yüz sekiz gün önce

3.5K 372 175
                                    

Al gece yarılarımı benden. Al çıkmaz sokaklarımı.

Birlikte kafeteryaya indik. Yemekler gerçekten berbattı. Yemekte köfte vardı. Belki de vejetaryen olmamdan kaynaklanıyordu. İlk başta böyle sansam da Chanyeol de yerken yüzünü buruşturuyordu. Bir süre yemek yerken onu izledim. Yanaklarını şişirmesi onu sevimli gösteriyordu. Ama o sevimli olmak istemiyordu. Bunu ona söylemeyecektim. Bir daha karşımda yemek yerken onu izleme fırsatım olmayabilirdi. Ve ben bunu göze alamazdım.

Böylece kısa zamanda yemeğini bitirdi ve bana baktı daha sonra da önüme. Başlamadığım tabağımı görünce kaşları çatıldı.

"Neden yemiyorsun?"

Omuz silktim. "Vejetaryenim."

Kafasını anladım dercesine salladı. Kahverengi saçları alnına dağıldı. Şu an o kadar güzeldi ki saçlarını dağıta dağıta sevmek istiyordum. Kafasını ısırmak istiyordum. Ama bunlar sadece güzel hayallerimden ibaretti.

"Senin için patates kızartması almamı ister misin, beyaz tavşan?"

Kafamı hayır anlamında sağa sola salladım. Ama bu hareketim onun masadan kalkıp gitmesine engel değildi. Kalktı ve gitti. Birkaç dakika sonra elinde tepsiyle geldi. Patates kızartması almıştı. Bir yandan önüme iterek birkaç tane de kendi ağzına attı. Her hareketi uyumlu ve düzenliydi. Sanki hoş bir filmin içindeydim. O ve ben başrollerdik. Güzel günler geçiriyorduk ve o hep yanımda kalıyordu. Sahil kesiminde bir eve yerleşiyorduk. Bir çocuk...

"Soğutma da ye şunları."

Evet. Hayallerim onun sesini duyana kadardı. Bana bakmış yemek yememi bekliyordu.

"Canım istemiyor."

"Olabilir ama yemek zorundasın."

Tekrar omuz silktim ve masaya kafamı koydum. Yavaş bir ritimle kafamı masaya vuruyordum. Çünkü gerçekten yemek yemek istemiyordum. Ve o sürekli ısrar ediyordu. Ağzıma zorla yemek tıkmasını falan istemiyordum. Otuz beşinci defa kafamı vuracakken kafam masadan çok daha yumuşak bir şeye vurdu. Ve kafamı benim bile şaşıracağım bir hızda kaldırdım. Elini koymuştu.

"Hasta olacaksın ve ben senin için deli gibi endişelenirken böyle yapma. Ye şunları ve içimi biraz rahatlat, olur mu?"

"Chanyeol gerçekten..."

Öyle bir bakıyordu ki gözleri hangi duygu olduğunu anlamadım. Öfke ve kızgınlık değildi. Çok öteydi. Benim için gerçekten de endişeleniyor olmalıydı. Gözlerinden endişe akarken başka bir açıklaması olduğunu pek sanmıyordum. Üzerimden bir titreme geçerken masanın altında birleştirdiğim ellerimi kollarımın etrafına sardım. Ona baktığımda kaşları çatıktı ama endişesi hala gözlerindeydi.

"Üşüyor musun sen? Aşağıya inerken sana kalın giymeni kafeteryanın soğuk olduğunu söylediğim halde hem de. Dur bir dakika. Hasta oldun, değil mi? Baekhyun sen beni çıldırtacak mısın?"

Uzun zamandan beri ilk defa bu kadar uzun bir cümle kurmasına sevinsem de üzerime bu kadar düşmesi canımı sıkıyordu. Evimden buraya annemin dırdırlarından kaçmak istediğim için geldiğim halde bu duruma düşmem baya komikti doğrusu. Gerçi bendeki şansla ancak bu kadar olurdu.

Bu geçen günlerde fark ettiğim bir şey varsa o da, gece birbirimizin odasına gizlice girip beraber uyurken beni mutlulukla izlediğiydi. Bir de galiba bana aşıktı. Bunun konusu hiç geçmemesine rağmen düşüncelerim bu yöndeydi. Elbette bir gün bir şeyler söyleyecekti.

Arkadaş gibi takılıyorduk. Beraber uyuyor, derslere giriyor, derslerden sonra Burger King'e gidiyorduk. Kalan zamanlarda video oyunu oynayıp, yurt odasına gizlice içki sokup sırayla şişeyi aramızda dolaştırıyorduk. Jongin de bize katılıyordu. Bir keresinde koca bir şişeyi neredeyse Jongin'le birlikte içmiştik. Chanyeol içmeyeceğini söylemişti. Ben pek sarhoş olmazdım ama Jongin kafayı bulmuştu. Sonra da beni öptü. Bu öpücük her ne kadar arkadaşça olsa da Chanyeol buna dayanamayıp Jongin'in suratına bir tane geçirmişti.

Aslında kıskanç bir Chanyeol oldukça hoştu.

Birden ağzıma patatesleri tıkıştırmaya başladı. Ellerimle ona dur işareti yapıyordum. Zor da olsa yutmak zorunda kaldığım için yuttum. Midem tuhaf oldu. Birkaç gündür doğru düzgün yemek yememenin etkisi olsa gerek. Ona baktığımda bana bakarak gülümsüyordu.

Konuşmak için ağzımı açtığımda laflarıyla beni susturdu.

"Hadi ye de dışarıda dolaşalım, beyaz tavşan."

Başımı salladım ve önümdeki patateslere gömüldüm. Ellerimin yağlanmasını umursamadım ya da Chanyeol'ün yanımda olmasını. Dışarıda dolaşma fikri oldukça hoştu. Hala kar vardı ve en önemlisi soğuk hava çiğerlerimi temizleyip huzur dolduruyordu.

Yemeğim bittikten sonra Chanyeol ıslak mendil ile ellerimi sildi. Çok önemli bir şey yapıyor gibi, oldukça dikkatliydi. Silmeyi bitirdikten sonra sağ elimin üzerine küçük bir öpücük kondurdu.

"Çilek kokuyorsun, beyaz tavşan."

Gülümsedim. Tekrar elimi tuttu ve kafeteryadan dışarıya çıktık. Ellerimi böyle sıkıca ve sahiplenici bir şekilde tutması kalbimi titretiyordu. Bu elimi ilk tutması olmasa da, her seferinde aynı şekilde heyecanlanıyordum. Kalbim ve tüm bedenim bu muhteşem hissi hissediyordu. Tüm hücrelerimde onun dokunuşlarını hissedebiliyordum.

Yürürken sessizdik. Genelde de ne kadar sessiz olsa da bu sefer oldukça rahatsızdım. İçime adından bihaber olduğum bir his konaklandı. Derin birkaç nefes aldım. Onun yanındayken rahat olmam pek mümkün olmuyordu. Ama bu nefes alma saçmalığının biraz da olsa işe yaraması için yukarıda bir yerlerde var olduğunu hissettiğim Tanrı'ya dua ettim. Ama bu imkansıza yakındı. Hala rahatsızdım.

"Baekhyun."

Bana seslenmesi ile başım ona döndü. Dikkatle ona baktım.

"Senden hoşlanıyorum."

Bir şey demedim. Hem ne diyebilirim ki? Ona karşı ne hissettiğimden pek emin değildim. Bu yüzden geçiştirmek adına ona ben de soru yönelttim.

"Peki. Ben senden hoşlanıyor muyum Chanyeol?"

Yüzünde ilk defa gördüğüm bir ifade vardı. Hayal kırıklarını cebine doldurmuş bir çocuk gibi ellerimi bıraktı ve başını iki yana sallayıp gitti.

Orada bir saat yirmi sekiz dakika geri dönüp bir şey söylemesini bekledim ama gelmedi.

Train // chanbaekWhere stories live. Discover now