▽ GİRİŞ: I △

9.1K 373 75
                                    


KAFRET

(Part I.)

9 ay sonra. Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü.

''Onları ilk kez orada gördüm. CENİN09'da. Her birinin fotoğrafı kendilerine ait olan dosyaların üstüne yapıştırılmış ve sanki basit bir kâğıt yığınından ibaretlermiş gibi özensizce masanın üstüne bırakılmışlardı.''

''Ne yazıyordu o dosyaların içinde, hatırlıyor musunuz?''

''Evet. Nerede doğduklarından tutunda, ne iş yaptıklarına ve hatta kullandıkları ilaçlara kadar onlarca şey... Yaşamları boyunca her anlarıyla o dosyaların içine sıkıştırılmışlardı sanki.''

''Başka ne hatırlıyorsunuz?''

''Bu kadar basit olmamalı, dediğimi hatırlıyorum. Beş kişinin hayatı bir hiç gibiydi. Acıları, mutlulukları, yaşanmışlıkları... Her birinin hikâyesini, o dosyanın sayfalarında yatan satırlarda okuyabilirdiniz.''

''Engel olmak istediniz değil mi? Tüm bu olanlar yaşanmasın istediniz...''

''İçimde susturamadığım bir çığlığın yankıları bugün kulaklarımda ve ne yaparsam yapayım o çığlıkları hiçbir şekilde bastıramıyorum... Gerçi çığlık değil, bir fısıltı bile olsalardı yine de onlarla baş edemezdim.''

Sorgu odalarında birçok hikâyenin sonuna noktalar koyulurdu. Acıyla, hüsranla biten onlarca son... Bugün ellerimde kelepçeyle buraya, Ankara Emniyet Genel Müdürlüğüne getirildiğimde bir sonu değil, bir başlangıcı yazacağımı biliyordum. Ama ondan da öncesinde bugünü, her şeyin bittiği anı aylarca hayâl ettiğim gerçeği de vardı. Şartları daha kötü düşünmüştüm, çok daha kötü hem de... Ama şimdi oturduğum yerden geriye dönüp baktığımda korkularım belli belirsiz yanılsamalardan ibaret geliyordu.

Sonunun nasıl olacağını henüz kestiremediğim bir başlangıç vardı önümde, bu son aylar öncesinde hikâyemi yazmaya başlamış, zamanın akışına ters düşen bu durumu kabul etmem ise sadece birkaç saatime mal olmuştu.

Bazen, zor sandığımız şeyler onlara farklı açılardan bakamadığımız için zor görünürdü bizlere. Oturduğumuz yerden kalkmak ya da gözlerimizi başka bir yöne çevirmek atılabilecek en büyük adımlar için yeterli olabilirdi ama artık bugün ve bugünden sonraki her günümde elimde olan hiçbir şeyin yeterli olmayacağını, hiçbir şeye yetemeyeceğimi biliyordum.

Bileklerime geçirilen bir kelepçeyle, üstünde oturduğum sandalyede, karşımda oturan ve sanki kendisini bir yerlerden anımsadığımı düşündüğüm avukatımın belirgin surat hatlarına durgun ama dikkatlice bakıyor ve işleri daha da zorlaştırmadan sorduğu her soruya mantıklı cevaplar vermeye çalışıyordum. Ellerime Ankara kasvetinin bilindik soğuğu sinmiş, parmak uçlarım sızlamaya başlamıştı ve bileğimdeki kelepçe, iliklerime kadar hissettiğim soğuğu ben unutmaya çalıştıkça, arsız bir dürtüyle hatırlatmaya başlıyordu.

Bu zordu, yani birini karşınıza alıp, size tüm içtenliğiyle güvenerek, hatırlamaya bile korktuğu şeyleri anlatmasını beklemek hem anlatan hem de dinleyen için baş etmesi zor bir durumdu. Bu zamana kadar dinleyen kişi olmam dışında, bir gün anlatan kişi olacağımı düşünmemiştim hiç. Şimdiyse korkularım da dahil bildiğim ve inandığım her şey belli belirsiz bir yanılsama olma durumunu korumaya devam ediyordu.

Sorgu odasının bilindik kasvetli ve boğucu atmosferine, henüz yeni doldurulmuş kahvemin buharı karışıyor, tepemden sarkan ve kendimi bir ameliyat masasında uzanır halde hissetmeme neden olan ışık, kelepçeli ellerimi üstüne koyduğum paslanmış demir masaya biçimsiz gölgeler çiziyordu ve ben duygudan yoksun bir ifadeyle sessizlik yarışını sürdürdüğümüz avukatımla bazen uzun süren bakışmalara maruz kalıp, bazen de sorduğu sorulara cevaplar verirken bir yandan da bana çok ama çok tanıdık gelen yüz hatlarını inceleyerek zihnimin raflarında bu tanıdık yabancıya dair bir şeyler arıyordum. Ama her arayışımın sonu bir hüsranla bitiyordu.

KAFRETDonde viven las historias. Descúbrelo ahora