Merhabalar sevgili Elmayı Prens Yedi ailesi! Bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Her bölüm, bazı polisiye olayları işleyeceğiz bu ikilinin tuhaf ilişkisini ele alırken. Bu sebeple sizden ricam okurken, siz de Yuşa ile birlikte fikir yürütün ve pasaj aralarına ihtimaller ile ilgili yorumlar bırakın. Bakalım, kim doğru tahmin edecek. Bu bölüm, romanın son sayfası ile ilgili çıkarımlarınızı mutlaka bekliyorum!
Keyifli okumalar!EPY #2 - Develer düşleri iken, pireler dertleri iken...
Bölüm şarkısı - Melis Danişmend - Bin don öfke
><><><Tuvalette vakit geçirmeyi seven tiplerdendim ben. Küçük yaşımdan beri, saatlerce klozette oturup, oturma yerlerim acıyana kadar saçma sapan şeylerden, ciddi sorunlarıma kadar her şeyi düşünürdüm. Sonrasında çektiğim sifonla, hem bağırsaklarımdaki, hem de kafamdaki yükten kurtulmuş gibi hissederdim. Bu benim için en pratik meditasyon şekliydi. Tabi, kırk beş dakika oyaladığınız tuvalet için kapıda bekleyen aile bireyleriniz ya da ev arkadaşlarınız yokken... Son üç yıldır, tek yaşadığım için böyle bir problemim de yoktu. Bu nedenle işi bazen iki saate kadar abartırdım. Hatta klozetimin yanına minik bir kitaplık dahi koymuştum. Aklıma bir şeyler gelirse not alayım diye bir de not defteri ve kalem iliştirmiştim. Bunlar düne kadar, son birkaç aydır aklımda var olan tek şey olan romanım içindi. Ancak dün, tuhaf adamın benden çözmemi istediği bulmaca yüzünden, işler hem kafamda hem de evimde biraz değişmişti.
Kedili pijamalarım, dizlerimden aşağı inmiş ve çıplak baldırım üzerinde not defterim duruyordu. Açık olan sayfada ise, tuhaf adamın bana gönderdiği kitap sayfasında yazanlar benim çirkin el yazımla buluşmuştu. Uyumadan, saatlerce yaptığım gibi tekrar ama tekrar o cümleleri sesli bir şekilde okudum.
"Dedektifin, parmağıyla işaret ettiği gözleri yaşlı kadın, ayağa kalktı. Birkaç dakika önce ağlayan sanki o değilmiş gibi, kollarını yanda açarak "Evet bendim!" diye bağırdı. Sesinin o denli net ve yüksek çıkışıyla herkes bir anda irkildi. O, "Ancak siz zavallılar bunu neden yaptığımı asla ama asla öğrenemeyecek ve merakınız sizi yiyip bitirecek!" derken, odada toplanan insanlar, hala kendilerine gelememişlerdi. Yalnızca kocaman gözlerle, onları şok eden kadına bakıyorlardı. "Siz..." dedi onu yakalayan dedektife. "Bu merak sizi de yiyip bitirecek..." Belindeki kemere sıkıştırdığı şişeyi çıkarıp, bir dikişte içti. İnsanlar panik halinde kadına engel olmaya çalışsalar da başaramadılar. Dedektif, olayın başından beri koruduğu sakinliğini, kadının yerle buluşması üzerine bozarak ayağa kalktı. Kapıda dikilen ve olaya karışmayan polis memuruna döndü. "Lütfen, gidip..." dedi eliyle arkayı göstererek. "Sevgilinizin yaptığı sahte intihar sahnesini tamamlayın. Siz bu gösteriyi yaparken, gerçek bir polis memuru gelip ikinizi de götürecek." Gülümseyerek, şoktan ve korkudan ne yaptığını şaşıran insanlara döndü. "Siz de birkaç dakika içinde eski kör ve sağır hayatlarınıza geri dönebileceksiniz." "
Minik yazı tahtama defalarca, farklı katiller ve maktuller yazıp çizmiştim. Bir çok defa olayın geçtiği hayali evi odama taşıyıp bir katil olmuştum bir polis, bir dedektif... Ama giriştiğim oyun öyle büyük bir denizdi ki... Binlerce hikâye, binlerce katil ve binlerce maktul vardı ve hepsi o bir sayfalık yazıya cuk oturuyordu.
Elimdeki kalemi defterin arasına sıkıştırıp defterin kapağını sertçe kapattım ve soluma gelişi güzel fırlattım. Omuzlarım birden aşağı çöktü. Ellerimi, bacaklarımın arasına sıkıştırıp, "Babamı aramalıyım" diye mırıldandım. Kolumdaki saate baktığımda neredeyse gece yarısı olduğunu gördüm ve "Ama çoktan uyumuştur" diyerek kendi kendimi yanıtladım. Sanki salonumda koltukta oturuyormuşçasına sırtımı geriye yaslayacağım sırada nerede olduğumu idrak ettim ve daha önce defalarca kırdığım klozet kapağım aklıma gelince panik halinde ayağa fırladım. "Eğer kendine yazar demek istiyorsan Yuşa..." dedim elimi sifonun üzerine yerleştirirken. Gözlerimi kısıp, klozetteki kirli suyu yok saymaya çalıştım. "Katili bu gece, bulacaksın!" Sifonu tüm gücümle çekip, kötü kadın kahkahası atmak için ağzımı açtım. Üçüncü saniyede yansımamı aynada görüp, kendime acımasaydım gerçek bir kahkaha olabilirdi ancak istop eden eski model bir arabanın çıkardığı sese benzer bir şeyler çıktı.
Ellerimi yıkarken, olabildiğince kendime bakmamaya özen gösterdim. Çünkü yukarıdan topladığım kirli saçlarım, bir süredir almaya üşendiğim kaşlarım ile birleşince evde uzun süre kaldığım günlerde aynaya bakmak pek iç açıcı olmuyordu. İşim bittiğinde, ellerimi kurulamak yerine, canım sıkkınken yaptığım gibi aynaya suları sıçrattım ve ayaklarımı sürüye sürüye oturma odasına döndüm.
Yazı tahtamın önünde durup, bir önceki tabloya baktım. Tabloma ve teorime göre yazı tahtasını iki bölüme ayırmıştım. Babam, bir kitabı okumadan kimin yazdığına bakıp öyle ilk cümleyi anlamak gerektiğini söylerdi. Babamı dinleyerek, öyle yapmıştım. Bana gönderilen kâğıt, bir hayli eskiydi. Agatha Cristie, Arthur Conan Doyle, PD James gibi bir yazara ait olsa gerekti ancak bilmediğim bir roman olduğu için aklıma gelen çoğu ihtimali elemiştim. Bu sebepten, daha pratik bir şey yapıp, yazarı düşünmektense nasıl bir yazar olduğunu düşünmeye çalıştım ve yazı tahtamı ikiye böldüm.
Birincisi, yani (A) Sherlock Holmes'un deha yaratıcısı Sir Arthur Conan Doyle ve onun gibi katillerde şaşırmaktan çok onu bulurken izlediği yola dikkat çeken yazarlardı. İkincisi yani (B) ise polisiyenin kraliçesi Agatha Christie ve onun gibi ne olursa olsun sonunda şaşırtmaya oynayan yazarlardı. Teorilerimi, A ve B diye ikiye ayırıyor ve her defasında hikaye bambaşka bir yere gidiyordu.
Tahta kalemini elime alıp, sımsıkı tuttum ve A sütununa geri döndüm. Omuzlarımı dikleştirip, "Babam olsaydı, kesinlikle doğru soruyu sor derdi. Soruyu bulamadan cevabı bulamazsın..." dedim. Yüzüme kurnaz bir ifade yerleştirdiğime emin olduğumda ise, ayaklarım beni pencereye doğru yöneltti. "Söyle bakalım tuhaf adam... Bu kağıtta asıl soru sormam gereken yer," derken, perdeyi araladım. "Nere-" Sorumu soramadan, perdeyi korkuyla geri kapattım. Çünkü tuhaf adam, balkondaydı ve gözleri tam olarak benim olduğum yere kilitlenmişti. Bu, kalbimin tekrar hızla atmasına sebep oldu. Bir yandan heyecanlanıyor diğer yandan ise korkuyordum.Nasıl oluyordu da beni aynı gün içinde birden fazla gafil avlayabiliyordu?
Biraz sakinleşince, beni görmemesini umarak büyük bir dikkatle perdenin ucunu hafifçe kaldırdım ve ne yaptığına bakmaya çalıştım. O kocaman altın renkli tahta benzer sandalyesine kurulmuş karpuz yiyor ve benim balkonuma bakıyordu. "Neden balkonumu izliyorsun? Yoksa..." dedim elimi ağzıma bastırarak. Gerçekten azılı bir sapık-katil benzeri bir şey misin tuhaf adam? Ve bu oyun da senin sadistçe yöntemlerinden biri mi? Kafamı iki yana salladım. Çünkü kafamdan bunlar geçerken, sol elindeki sineklik ile kendine rüzgar yapmaya başladı. Sinekliği yelpaze gibi kullanan biri azılı-sapık seri katil olamazdı değil mi? Uykusuzluğum, tuhaf adamın beni arada yaptığı şekilde ürkütmesiyle paranoya boyutunu almıştı yine. Gözlerimi devirip, perdenin ucunu bıraktım. Hızla yazı tahtamın önüne gidip, sert bir tekme ile onu devirdim ve ellerimi yukarı kaldırıp "KATİL VE MAKTUL! ULAN KİMSİNİZ SİZ?!" diye bağırdım. Tavanımdan, üst kattaki komşularımın bir sopa yardımıyla bana gönderdikleri sesten anladığım kadarıyla bu onların pek umurunda değildi. Elimi ağzımın kenarına siper yapıp, fısıltıyla konuştum. "Aman iyi be, sanki size katil sizsiniz dedik!"
Ben, üst kat komşularımla fısıltıyla kavga ederken, balkonumun camından gelen bir ses ile irkildim. Kafamı o yöne çevirip, kaşlarımı çattım. "O neydi be?" diye sordum kendi kendime. Birkaç adım ilerleyip, kafamı sesi daha iyi duyabilmek için öne attım. Ses tekrar etti. Sanki biri... Camıma bir şey fırlatıyormuş gibi. Biraz daha ilerleyip, daha dikkatli dinledim. Taş olamayacak kadar hafif, ama bir o kadar da etkili bir şeydi. Tuhaf adam olabileceğinden şüphelenip, bir adım geri çekildim. Her ne kadar ona karşı müthiş bir sempati beslesem de, hala yüzde bir ihtimalle azılı-sapık-seri katil olabileceği ihtimalini değiştirmiyordu.
Aklıma o sevimli ev terliklerini getirip, cesaretimi topladım ve tekrardan pencereye yöneldim. Perdeyi hafifçe araladığımda pencereme çarpan şeylerin karpuz çekirdeği olduğunu anladım. "Karpuz çekirdeği ile adam öldürülmez değil mi Yuşa?" diye sordum kendime. O sırada, beni fark etti ve rulo yaptığı kâğıdının içine bir karpuz çekirdeği daha koyup benim olduğum tarafa doğru tükürdü. Ancak cama çarpamadan aşağı düştü. Ben tam, usulca sıvışacaktım ki, eliyle dışarı çıkmamı işaret etti. Çekinerek, başımı hafifçe salladım.
İşte, hikayemi anlatma zamanı...
Yazı tahtamı, tahta kalemimi ve silgimi yuvarladığım yerden hızla alıp balkona taşıdım. Tuhaf adam, yeni bir dilim karpuz almıştı eline. Ona bakmamaya özen göstererek, her şeyi hazırladım. Birazdan, tuhaf adama ufak bir ders verecektim. Tahtamı temizleyip, kalemimi elime aldım ve üzerimdeki hırkamı düzelttim. Onun duyamayacağını küçük bir öksürük ile arkamı döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELMAYI PRENS YEDİ
Teen FictionPolisiye roman yazmak için kendini tüm dünyadan soyutlayan bir kız, bir gün karşısındaki apartman dairesine taşınan fazlasıyla tuhaf olan adamdan ilhamla bir dedektif karakter yaratır ve bu sebeple adamı her gün izlemeye başlar. Ve bu, peşinden fazl...