2. Bölüm

189K 7.4K 433
                                    

Güneş yavaş yavaş yerini Ay'a bırakıp gökyüzünü karanlık kaplamıştı. Büyük salonda kızlar oturmuş, kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Beril, bugün yaşanan olayı aklından hala çıkaramıyordu. Koca malikânede duyulan zil sesinin ardından, Selin üstlenmişti bu kez kapı açma görevini. Hızlı adımlar ile kapıya ulaşıp, gelenleri karşılamıştı. Kapı araladığında, karşısında gördüğü bendenin boynuna sarmıştı kollarını.

"Hey! Burada sabaha kadar durup, koklaşmanızı bekleyemem" dedi kaba sesi ile Can. Çift onun uyarısı ile ayrılmak zorunda kaldığı için karşılıklı öldürücü bakışlar yolladılar. Kabanlarını portmantoya bırakan bireyler, salona ulaşmıştı. Can salona adım atar atmaz, her daim yüzünde gülücükler görmeye alışkın olduğu sevgilisinin durgun halini fark etti. Yanına gidip, oturduğunda, neyi olduğunu sormak için uygun bir zaman bekliyordu. Diğerleri de kapıdan girmiş koltukta yerlerini almıştı.

"Mert'ler neden gelmedi?" Nilay' ın sorduğu ile ilgi ona dönmüştü. "Halletmeleri gereken işler vardı" diye cevapladı Can onu. Gerekli olan tüm açıklama bu kadardı ve dahasını da sormak diğerlerinin yapmayacağı bir şeydi. Selin ayaklandı. "Akşam yemeği için yardım etmek isteyen var mı acaba?" diye sormuştu Selin ve İdil, Çağla, Nilay ona eşlik edip mutfağa geçmişlerdi. Can sevgilisinin bu halini görmeye daha fazla dayanamayıp, sebebini sormaya karar vermişti.

"Neyin var?" sorusunun ardından, koca elleri ile sevgilisinin narin ellerini birleştirdi. "Tatsız bir gündü benim için" diyerek kısa bir açıklama ile geçiştirmek istedi Beril. "Anlat sevgilim, ne oldu?" kaba sesine rağmen sevgilisine karşı, en şefkatli sesi ile sordu ona. Salondaki tüm herkes dikkatini çifte vermişti. Aile kavramanı hat safhada yaşan bireyler, birbirlerine son derece bağlıydı. İçlerinden birinin canını sıkan şey her bireyi ilgilendiriyordu.

"Kızlarla ben, alış-verişten sonra bir şeyler içmek için bir restorana girdik. Garson gelip, siparişlerimizi aldı. On dokuz, yirmi yaşlarında görünüyordu. Bir ara sıcakladığım için ayaklanıp, ceketimi çıkarmak istedim. Ama aptal gibi farkında olmadan ona çarptım. Yüzünü kaplayan korkunun sebebi benim sandım ama o aptal patronu yüzünden korkmuştu. Hatalı olan bendim ama o özür dileyip kırılan parçaları toplamaya koyuldu. Kendimi kötü hissettim, benim yüzümden olmuştu. Ona yardım etmek istedim, o sırada patron gelip, herkesin içinde onu aşağılama başladı. Onu uyardım, benim hatam olduğunu söyledim ama kim olduğuma baktığında; yüzünün nasıl gerildiğini gördüm. Ona bu kez hakaret etmeye başladı. Bende ona daha sert çıkıştım, tabii korkak herif anında kaçtı" diyerek sözlerini tamamladı Beril.

Gözyaşları ondan izinsiz süzülmüştü yanaklarından. Hazmedemiyordu olanları zira kendini görüp, korkan o adam; karşısındaki savunmasız garsona hiçte ne hale geleceğini umursamadan azarlamıştı. Bunu yapan o adama hesap sormak, yaptığı bu şeyi yanına bırakmamak istiyordu Beril. Haksız yere ağlatmıştı güler yüzlü garsonu. Beril'in akıttığı her gözyaşı, Can'ın öfke kesesine; külçe ile düşüyordu. Onun en değerli varlığını kim böyle ağlatabilirdi. Sebebi ne olursa olsun kıymetlisini üzmüş olan o adamın canını okumak, yakasına yapışmak istiyordu. Kolunu sevgilisine sardı ve başına masum bir öpücük bıraktı Can.

"Ağlama. Lütfen" dedi, zorlukla Can. "Adı ne demiştin, bu adamın?" diyerek bir anda olaya dâhil oldu Anıl. "Hakan Demir" dedi Beril, ismin yabancı gelmediğini düşünen Anıl, birkaç saniye sonar konuşmaya başladı. "Şaka yapıyor olmalısın" diye bir anda söylediğinde kimse bunu beklemiyordu. "Ne oldu Anıl?" diye sordu Can merakla, Anıl bu ani çıkışının sebebini hayli merak etmişti o da, tıpkı diğerleri gibi. "Şanslısın Beril, iki gün sonra tahsilat o adamla" diyerek keyifle arkasına yaslandı Anıl. Aile için sihirli bir kelimeydi bu, onlar can almaya tahsilat diyorlardı. Adamların canlarını tahsil ediyorlardı ve piyango Hakan Demir'e de vurmuştu. Beril aklına gelen ilk şeyi dile getirdi hemen.

"Bende gelebilir miyim, o gün?" yanında oturan sevgilisine dönüp sordu hızla. Önünü arkasını düşünmeden sormuştu. Can, Beril'in söylediği şeyi duyar duymaz, kaşlarını çatmış; sert gözler ile bakmıştı en kıymetlisine. "Olmaz" diye çıkıştı hızlıca. Öfkesi boşuna değildi, Beril bunu teklif etmeyi bile düşünmemesi gerekiyordu.

"Lütfen sevgilim, sadece tek seferlik için" diyerek ısrar etti. "Olmaz dedim Beril. Çağla'nın yaşadıklarını unuttun mu? Ares' in bu konuda ki kurallarını biliyorsun, böyle bir şeyi bir daha teklif dahi etme" kalın sesi öfkeden yükselmişti. Delici bakışları karşısında ki, tüm dünyadan vazgeçmesini sebep olacak olan; en kıymetlisineydi. Ancak bunu onun iyiliği için yapıyordu Can. Yaptığı işe de yaradı.

Zira Beril o an; Çağla'nın, yaşadıklarını anımsadı. Tüm o yaşadıkları zaman gözlerinin önündeydi adeta. O günden sonra uzun bir zaman Çağla kendine gelememişti. Diğer kızlara; depoda görmemesi gereken bir şey gördü diyerek kısa bir açıklama yapılmış ve bu her biri için yeterli olmuştu.

Çağla'nın kendine gelebildiği gün, Ares emrini dile getirmişti.

"Bu geceden sonra hiç biriniz, o depoya adım atmayacak. Orada olanları bilmeyecek. Tek damla kan dahi görmeyecek o depoya ait; anlaşıldı mı?" diyerek bildirmişti onlara Ares. Bu emir kızlar için geçerliydi, içlerinden hiç biri bu kuralı ihlal edemezdi. Çağla o günden sonra çoğu zaman kâbuslar görmüştü. Ares' den biraz olsun korktuğu söylenebilirdi. Zira emirlerin ondan geldiğini biliyordu. Beril hatırladığı anı ile ürpermişti. "Haklısın" diyerek vazgeçti fikrinden.

Karanlığın EfendisiWhere stories live. Discover now