||Bölüm 4: *hemingway

223 45 12
                                    

Ertesi gün öğleden sonra Sylvia ile birlikte dışarı çıkmaya karar verdik. Sylvia'nın bugün pek keyfi yok gibiydi, uyandığımdan beri çok az konuşmuştu.

Otobüs durağına geldiğimizde iç çektiğini duydum. Etrafımızda insanlar vardı, o yüzden canını sıkan şeyin ne olduğunu sormam için biraz beklemem gerektiğini hissederek sadece sustum. Şehrin öteki yakasındaki kitapçılara uğramaya karar vermiştik. Otobüsten inene kadar Sylvia ile tek kelime konuşamamıştım.

Ben oturduğum yerden, pencereden dışarısını izlerken o da yanı başımda dikilmiş oturduğum koltuğun tutacağından tutup sessizce ayakta durmuştu.

Otobüsten indiğimizde Sylvia'yı yol üstündeki tenha bir park köşesine çektim.

Anlamayan bakışlarla gözlerime bakıp sorunun ne olduğunu sordu.

"Sorunun ne olduğunu sen biliyorsun Plath. Suratının haline bak."

Derin bir nefes verip kafasını sağa çevirdi.
"Yok bir şey."

"Plath!" elimde olmadan sesimi yükseltmiştim. Gözlerini kısıp önüne baktı.

"İçim hiç rahat değil Tarah."

"Neden böyle hissediyorsun ki? Böyle hissetmen için en ufak bir sebep yok."

"Bilmiyorum, içim daralıyor. Nefes alamayacak gibi hissediyorum. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyor, ölecek gibiyim."
Elimi kalbine attım. Oldukça normaldi atışları.

Diğer elimle elini tuttum. Islanmış gözleriyle göz bebeklerimi kurcaladı.

"Her şey güzel olacak Plath." dedim umut dolu bir sesle. Bugün gerçekten iyi hissediyordum.

Kafasını hafifçe sallayıp ufacık gülümsedi. Gülüşünden keder damlasa da bir şey diyemedim, yolumuza devam ettik.

İlk durağımız eski bir sahaftı. Eski rafları ve kitapları dışında, kitapçı da epeyi yaşlı ve bilgili bir adamdı. Bu adamın yeri bende ayrıydı. Genellikle her ay düzenli olarak yanına uğramaya çalışırdım, her geldiğimde aldığım kitapların yanında bir de kendisi bana bir kitap hediye ederdi. Onun verdiği kitabı kendi seçtiklerimden daha çok severdim.

"Bu gördüğüm, benden yaşlı duran kadın, benim en gözde müşterim Tarah Johnson mı?" diye beni görür görmez gözlüklerinin üstünden sordu. Sakalları fazla değildi, ama beyazlardı.

Uzun boylu bir ihtiyardı, beli bükülmemiş olsa da gözleri epeyi hassastı. Gözlüklerinin camları birçok şişenin kenarından bile kalındı. Bunun, aşırı kitap sevgisinin tek kötü getirisi olduğunu söylemiş, ancak bundan şikâyetçi olmadığını da eklemişti.

Sylvia gözlerime baktı. Kekeleyerek konuşmaya başladım.

"Biraz sıkıntılı günler geçiriyorum Haymer."

"Sıkıntısız gün yoktur ki Tarah." sesi sakin ve anlayışlı bir tınıya sahipti. En hararetli anında bile insanı rahatlatabilecek bir etki bırakıyordu kişinin üstünde. Bu adamı seviyor olmamın bir sebebi de buydu.

"İnsana taşıyamayacağından fazlası yüklenmez kızım." deyip oturduğu sandalyeyi biraz geriye çekip ayağa kalktı, köşede duran sandalyeyi sandalyesinin yanına getirdi, sonra oturmam için bana gülümseyerek sandalyeyi gösterdi.

Yavaş hareketlerle oturdum.

"Belki de biz tembelizdir," deyip yavaşça güldü. Gülüşü öyle sakindi ki, onun gibi olmak istedim. "Şımarıklığımız elimizi kolumuzu bağlıyor. Oturduğumuz yerden tüm işlerin yolunda gitmesini bekliyoruz. Bedavaya sana gelen bir malın senin gözündeki değeri ne kadardır ki? Kendi adıma, en ufak bir değeri bile yok. Onun için çalışıp çabalayıp cefa çekmezsem kendimi eksik hissederim."

ayna.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin