14

1.9K 142 31
                                    

Dışarıya çıkardığı bedenimi kucaklayıp Fısıltı'nın üzerine bıraktığında arkamızdan gelen adamları bizleri kollamak için tetikte bekliyordu. Hala amcama doğrulttuğu tüfeğini omzuna kaldırıp arkama yerleşti ve son kez konuştu.

"Hera'dan uzak durun, yoksa olacaklardan sorumlu değilim." Üzerindeki paltoyu çıkarıp bedenime sararak atın eyerlerini kavradığında Fısıltı etrafta dönüp duruyordu. Arkamızdan gelen diğer dört adamı da atlarının üzerindeki yerlerini alınca çizmelerinin arkasındaki sert metal parçalarını atın bedenine vurarak hızla uzaklaşmamızı sağladı. Yüzüme vuran soğuk ve kara rağmen mutluydum, yanındaydım ve bana nişanlısı olduğumu söylemişti. Yapıştığım bedeninden aldığım ısı hem bedenimi hem ruhumu ısıtırken endişeyle soludum. "Üşüyeceksin." Atın eğerlerini bırakmadan gözlerime saniyelik bir bakış attı. "Yanındayken hiçbir şey hissetmiyorum, Hera. Endişelenme." Bakışlarım, o yola bakarken yüzüne dokunuyordu. Bu kadar yakınında bulunmak, ona temas etmek, gözlerimle yüzünü incelemek bana cennette hissettiriyordu. Sanki ölmüştüm ve o Tanrı'nın bana hediye ettiği bir melekti. Tek eksiği kanatlarıydı ancak onun uçmak için kanatlara ihtiyacı yoktu, o Fısıltı'ya sahipti.

Maskeli dört adam ile birlikte takip ettiğimiz yol ikiye ayrıldığında kısa bir an duraksayıp onlara el salladı ve biz ikinci yola saparak onları arkamızda bıraktık. Atının tek eğerini tutmaya devam ederek öteki kolunu çevreme sardığında titrememe engel olmaya çalışarak bedenine yaslandım, bana güven vermeye devam ediyordu, aradığım huzur ondaydı ve bu beni rahatsız etmiyordu. Aksine, onunla daha çok şey paylaşmak için yanıp tutuşuyordum. Bizi daha önce görmediğim bir eve götürdü, kulübeden biraz daha büyük, sıcak ve ev gibi kokan bir eve. Ocakta yanan ateşin önüne beni bırakıp atı bağlamak için geri döndüğünde iliklerime kadar donan kemiklerimin acısını yeni yeni hissediyordum, onun yanındayken hissetmediğim bütün yaşamsal fonksiyonlarım onun yokluğunda kendini belli ediyordu. Bu ilginç bir şeydi. Bana ne yaptığını bilmiyordum ancak bu şey her neyse hoşuma gidiyordu.

Geri dönüp kapıyı arkasından kilitlediğinde kardan ıslanan beyaz gömleği tenine yapışmıştı, onun bu haline içim acıyarak bakarken endişeyle ona doğru bir adım attım, gözlerini gözlerimde tutabilmek için çabalarken dudaklarında ince bir tebessüm oluştu. Bana uzattığı kollarıyla ateşin önüne dek yürürken ellerimi bana uzattığı kollarına bırakıp yakınına sokuldum. Nefes alış verişleri ve uzun saçlarından düşen ıslak tutamlarıyla bana bakıyor, benim için gülümsüyordu. Göz göze iken birbirimizden habersiz, aynı anda kollarımız birbirlerine dolandığında kemiklerimi sıkarcasına sarıldı, kollarının içine küçülmek dünyanın en güzel hissi olmalıydı. Kulağımı okşayan dudakları fısıldarken gözlerimi kapayarak ısımı onunla paylaştım.

"Hera.." Avuçlarım sırtından omuzlarına çıkarken onu kendime biraz daha çektim, daha önce hiç bu kadar yakından almadığım kokusu ciğerlerime dolarken kirpiklerimi kırpıştırdım. Dudakları saçlarımı okşuyordu ve ben sıcaklığında eriyordum. Kollarının sıkılığı bir an olsun gevşemiyordu, beni hiç bu kadar sıkı tutacağını tahmin etmezken şimdi yaşıyordum. Benden bir adım uzaklaşıp yüzüme bakmak istediğinde alnımı alnına dayayıp parmaklarımın ucuna kalktım ve gözlerimi dudaklarına diktim. Sırtımdaki kolları gevşeyip yerini ellerine bırakarak beni kendine çektiğinde bel oyuntuma inen parmaklarını hissettim. Ensesinde birleştirdiğim kollarımı açıp ellerimi omuzlarına bıraktım. "Her şeyi konuşmamız gerekiyor ancak ondan önce sormak istediklerim var." Dudaklarındaki tebessüm büyüyüp gerçek bir gülüşe döndüğünde sessizce mırıldandı. "Sor, Hera.." Omuzlarını kavrayan ellerim yeniden ensesinde birleştiğinde burnunun ucunu elmacık kemiklerime sürtüyordu.

"Beni nereye götürdüğünü çok merak ediyorum." Sonunda içimde kalan şeyi söylemenin verdiği rahatlıkla düşen çenemi kontrol etmekte zorlanıyordum. "Ve neden buradayız? Yoksa evimize bir şey mi oldu?" Ensesinde birleştirdiğim ellerimi kavrayıp öne doğru çekerek dudaklarını ıslattı, doğrudan gözlerime bakmasa bile söyleyeceği şeyin ağırlığı altında ezildiğini görebiliyordum. Boğazındaki yumru aşağı yukarı doğru oynadı, kendini hazırlıyor olmalıydı. "Sondan başlayabilir miyim?" Sonunda gözlerime baktığında başımı usulca salladım, benden uzaklaşıp ateşin önüne bıraktığı sandalyeye çıkardığı ıslak kıyafetlerini asmaya başladı.

"Sen geri dönmeyince kulübeyi ateşe verdim, Hera." Ateşin önüne serilen koyun postuna oturarak bağdaş kurdu ve ellerini zayıflamaya başlayan ateşe tuttu. Isıttığı ellerini soğuk görünen kollarına sürterek konuşmaya devam etmek için derin bir nefes aldı. "Her şeyi yaktım, her şeyi." Donakalmış bir şekilde ellerimle kollarımı ovuşturarak onu izlemeyi sürdürdüm, bu bir şekilde bana onun hakkında düşündüklerimi sorgulatıyordu. Belki de benim düşündüğümden çok daha büyük bir şeydi aramızdaki bu şey. Belki de bu gerçek aşktı ancak ben fark edemiyordum. Üşüyen omuzlarımı ovalamak zor gelince ıslak elbisemi çıkarıp ayaklarımın dibinde toplanmasına neden oldum, adımlarım beni her şekilde ona götürüyordu ve bu son zamanlarda engellenemez bir hal alır olmuştu. Yorgunluk ve stres dolu bir gece geçirdiğimden ötürü titreyen bacaklarımla yanına yürüyüp omuzundan destek aldım ve o başını çevirip beni izlerken yanına oturup bacaklarımı karnıma çektim. "Orada pek çok anımız vardı."

"Sen de biliyorsun ki hepsi o kadar iyi değildi." Dirseklerini benim gibi karnına çektiği bacaklarına dayayarak elleriyle kollarını kavradığında kollarımı kendi bacaklarımın etrafına sardım ve başımı onu görebileceğim bir şekilde dizlerimin üstüne koydum. "Diğer sorularına gelirsek," kırpıştırdığı kirpiklerinin gölgesini bütün dikkatlimle incelerken göz bebekleri benimkilere dokundu. "Burası o gördüğün dört adamdan birine ait, geçici olarak kullanmak için iznim var." Gülümseyerek kendini geriye attı ve koyun postunun üstüne uzanarak kollarını başının altında birleştirdi. "Son soruya gelirsek," kendinden emin bir şekilde dudaklarını ıslatarak yeniden konuştu. "Seni yaşadığım köye götürüyorum Hera. Evimiz seni bekliyor."

"İkimizin bir evi mi olacak?" Heyecanıma yenik düşerek el kol hareketleriyle sorduğum bu yeni soru karşısında daha önce bana göstermediği bir yanını ortaya çıkararak güldüğünde kalbimde çiçekler açtı. Yanaklarım çoktan kızarmışlardı, utanç içinde, çok hevesli görünmekten dolayı yaşadığım çekintiyle başımı önüme eğdiğimde tek dirseğinin üzerinde durup bana yaklaştı. "Bugüne dek köyün bütün yaşlıları beni uygun biriyle evlendirmek için peşimde dolanıp duruyordu. Bana göstermedikleri kız kalmadı, sonunda bütün umutlarını kestiklerinde onlara bir gelin getireceğimi söyledim. Yaşadıkları şoku görmeni isterdim, sevgili nişanlım." Beklemeden kurduğu cümleyle utancım büyürken başımı önüme eğip alt dudağımı dişledim, beni niçin bu kadar utandırdığını bilmiyordum. Bana her şey rüya gibi geliyordu, onunla olmam, birbirimize karşı hissettiklerimiz ve beni gelini olarak görmesi. Çekingen gözlerim onun ateşle parıldayan gözlerine bakarken dudaklarını yanağıma kondurup geri çekildi, bu içimdeki en güzel duyguları yeniden uyandırmıştı adeta. "Benim gelinim olduğunda her şey çok farklı olacak, sen ve ben, kendimize ait evimizde yaşayacağız Hera. Düşünebiliyor musun? Kimsenin seni almasına izin vermeyeceğim." Yüzündeki gülümsemesi büyürken doğrularak bedenimi yakaladı ve benim de gülümsememe sebep oldu. O kollarımı ince bir hareketle tutup kendine çekerken ben aralık duran dudaklarına karşılık vermeye hazırlanıyordum. Koyun postuyla buluşan sırtım gevşeyip rahatlarken belimdeki korsemin iplerini çözen parmakları kalp atışlarımı hızlandırıyordu. Üzerimdeki ince jüponu bacaklarımda toplayıp bileklerimden düşürürken eğilerek beni öptü. Onunla olduğum her an, şimdi ölesiye iyi geliyordu..

the mask | zmWhere stories live. Discover now