Yorgun başımı sırtına yaslayarak ellerimi karnında birleştirdim, günlerden sonra belki de ilk kez mutlu hissediyordum ancak yorgundum da. Onu ikna etmeye çalışmak yeterince zorken hamileliğimin en sıkıntılı günlerini geçiriyor gibiydim. Yola çıktığımızdan bu yana, defalarca kez durmamıza sebep olmaksa daha kötü hissettiriyordu. "İyi misin?" Başını yana çevirerek benimle konuştuğunda kapalı gözlerimi sırtında dinlendirmeye devam ettim. "İyiyim ve seni seviyorum." Belli belirsiz bir gülümseme sunarak karnındaki parmaklarımı kavradı. "Ben de seni seviyorum." Fısıltı'nın üzerindeki seyahatimiz bana normal zamanlarda her ne kadar güzel geliyorsa tam da şu an acı veriyordu, yüzümü buruşturarak ona belli etmeden kıpırdandığımda rahatlatan ses tonuyla konuştu. "Çok az kaldı küçüğüm, eve gittiğimizde istediğin kadar dinlenebileceksin." Cevap veremeyecek kadar halsiz hissettiğimden başımı sallamakla yetindim, bu her nasılsa bana bir çeşit güven aşılıyordu. Ajax, ben, bebek ve Fısıltı. Düşüncesi bile içimi kıpır kıpır etmeye yeterken dünyaya geldiğinde nasıl olacağını düşünmeden edemiyordum, saçlarını benden alabilirdi belki ama gözlerini kesinlikle babasından alacaktı. Kızım veya oğlum, sadece kendimize ait eklerle seslenebileceğimiz küçük bir insan. Gözlerimi aralayarak seyahat ettiğimiz küçük patika yolunu izlemeye koyuldum, hayal kurmak güzeldi ve bir şekilde iyi hissettiriyordu. Bu, sadece parmak uçlarına kalkarak zahmetsiz bir şekilde gökyüzüne uzanmak kadar basit ve bir o kadar da keyif verici hissettirmişti.

Ancak bu keyif, fazla uzun sürmedi.

Köyün girişine vardığımızda herhangi bir ses duyabilme amacıyla dikkat kesilen Ajax'ın hareketleri dikkatimden kaçmamıştı, herhangi bir şey arıyordu ancak çıt çıkmıyordu. Normal zamanlarda en azından çocuk sesleri yükselirdi ancak şimdi hiçbir şey yoktu işte. Bu bir hayli tuhaf ve tüyler ürpertici hissettirmişti. Fısıltı'nın üzerinden inmeden yolumuza devam ederek kendi kapımızın önüne kadar gelebildik, sıkıca tuttuğu bedenimi yere indirirken göz göze geldiğimiz o kısacık anda gözlerinden yansıyan tüm o endişe kendimi daha da kötü hissetmeme neden olmuştu doğrusu. Normal zamanlarda bu tarz durumları her yaşadığımızda sakinliğimi korumayı başarırken bugün yapamıyordum, Ajax'ın üzerinde daha önce görmediğim bir korkunun varlığıydı belki de beni endişelendiren. Elimi tutup çekiştirerek beni kapının önüne kadar sürüklediğinde sıcak parmaklarından avucuma akan o akıntıya kaptırdım kendimi, beni verandamızın önüne çektiği sandalyeye oturtarak omuzlarımı kavradı. "Sakın buradan ayrılma, ben evleri kontrol edeceğim tamam mı?" Son anda bileğinin üzerine sardığım parmaklarımla sıcaklığını ovalarken başımı sallamakla yetindim. "Eğer bir şey duyarsan beni çağır, hemen dönerim." Dudaklarını alnıma bastırıp uzaklaşırken oturduğum sandalyede huzursuz bir şekilde kıvrandım, kalp atışlarımın aniden hızlanması karnımdaki çocuğu da etkiliyor olmalıydı ki, küçük bir an sancılanır gibi olmuştum ve dünya ayaklarımın altından çekilmişti. Gözlerim uzaklaşan kocamın arkasından bakakalırken kendimi zorlayarak ayağa kalktım ve kapımızın kolunu çevirerek içeriye girmeye çalıştım. İçimde toplanan huzursuzluk, kapı açılır açılmaz üzerime çevrilen bir silah namlusuyla dışa vurduğunda ansızın yaşadığım şok ile olduğum yerde kalakaldım. Ne nefes alabiliyor ne de ağzımı açıp yardım isteyebiliyordum, bu maskeli adam Ajax'ın adamlarından biri olmadığı gibi daha önce köyde gördüğüm herhangi birine de benzemiyordu. Kışkırtıcı mavi gözleri, başına taktığı kahverengi fötr şapkası, uzun, siyah parkası ile tanıdığım ancak bir o kadar da uzak biri gibi hissettiriyordu bana kendini. Silahının ucuyla kenara geçmemi işaret eden öfkeli bakışları içime sinmeden yapabileceğim tek şeyi yaparak, hızlı davranarak verandanın merdivenlerine, oradan da köyün merkezine inen patika yola koşmaya çalıştım. Arkamdan geldiğinden emin olduğum adama yeniden arkamı dönüp bakacak kadar cesaretim olmadığından, ciğerlerime dolan ve ciğerlerimden çıkmak isteyen iki hava dalgasının da mücadelesini vererek bağırdım.

"Ajax!" Karnımı tutarak koşmaya çalışmak öylesine zordu ki, zaten zar zor çıkan nefesim daha çok tıkanıyordu. "Ajax!" Boğazımı zorlayarak adını bağırırken uzaktan, çok, çok uzaktan beni çağıran sesini duydum. "Hera!" Arkamdan koşan adam havaya birkaç el ateş ettiğinde bile durmak aklımın ucundan geçmiyordu, ayağımdaki topuklu çizmelere ve karnımdaki çocuğa rağmen köyün merkezine, Ajax'ı gördüğüm yere kadar koşmayı sürdürdüm. Etrafını saran beş altı adamın ortasında durmuş, herhangi birinden gelecek olan darbeyi beklediğinde benim yüzümden dağılan dikkati ona koca bir yumruğa mal olmuştu. Tökezleyen adımlarıma ve koluma dolanan parmaklara rağmen çırpınarak ona seslenmeyi sürdürüyordum ancak şanslıydım ki Ajax tüm bu olanlardan etkilenmeden yüzüne indirilen yumruğun intikamını başarılı bir şekilde alıyordu. Mavi gözlü adam, yakaladığı kolumu çekiştirerek beni ağacın altına sürüklediğinde bir an göz göze geldiğimiz Ajax, korku ve öfkeyi aynı anda yaşadığını bana sonuna dek hissettirmişti. Yüzüne gelen bir diğer yumruğu ve karnına inen tekmeyi sırf bu yüzden engelleyememişti, kendimi bir anda öylesine kötü hissettim ki, çocuğumuzu her an düşürebilirdim gibi geliyordu. Korkuyla, hapsedildiğim köşeden aynı anda üç adamın zar zor zapt ettiği Ajax'ı dizlerinin üzerine devirmelerini seyrediyor ve çaresizlikle elimden gelen tek şeyi yapıyordum, sadece, çocuk gibi ağlıyordum. Mavi gözlü adam omzundaki tüfeği indirip eline aldığında boşta kalan diğer iki adama başıma dikilmeleri için emir verdi, adımları doğrudan, hala kurtulabilmek için çabalayan Ajax'ın olduğu yöne çevrildiğinde gür sesi, boşlukta yankılandı.

"Sana onu alıp köye getirme emri vermiştim Ajax." Gözlerini kısarak sesin sahibini tanımaya çalışan kocama yardımcı olması umuduyla maskesini boynuna indiren adama karşı Ajax'ın dudaklarından tek bir cümle döküldü. "Balian amca?" Söylediği isim, sadece duyduğum ve hayallerimde süslediğim, zihnimde defalarca kez öldürdüğüm adamın adıydı. Ajax'ın karşısına dikilen, ona kızı için hesap soran adam, hepimizin öldüğünü düşündüğü babamdı. Kalbim, defalarca kez aynı kısır döngüde sürünüp dururken kolumu tutmayı bırakan adamlardan kurtulup yerde oturan Ajax'a sığındım, korku ve panik tüm bedenimi sarmışken daha önce hiç görmediğim babam hiç beklemediğimiz bir anda onun yüzüne bir diğer tokatını indirmişti. Nefes nefese, korku içinde kollarına sığındığım adam geriye düştüğünde babam, aynı sesiyle bağırarak konuştu. "Sana onunla evlenme hakkını hiçbir zaman sunmadım!" Söyledikleri, kanımı dondururken elindeki tüfeğin dipçiği ile yeni bir darbe indirmeye hazırlanan babama engel olmak için olanca gücümle, boğazımı yırtarak konuştum.

"Biz birbirimizi seviyoruz, karnımda çocuğunu taşıyorum!"

Double update yapacağım, bir diğer bölüm yarın gelecek. Sizlerden ricam, pianist'e bakmanız ve oy vermeniz. Şimdiden teşekkürler! ❤️

the mask | zmWhere stories live. Discover now