Episode Ten

1.6K 183 112
                                    

--

Annem gideli tam on bir gün olmuştu. Bu süre zarfında Sehun ateşkes ilan edip beni üzmeye ara vermiş gibiydi. Eve çok nadir geliyor; geldiğinde ise genelde odasında oluyordu. Bu halleri aşırı garip gelsede sesimi çıkarmıyor, huzuru yaşamaya çalışıyordum. Gözleri bana aşkla bakmıyor olabilirdi ama en azında nefret etmeye çabalamıyordu. Bir yanım sevseydi şimdiye severdi diye fısıldasa da kulaklarımı kapattım tüm kötü sözlere.

Ellerimi kollarıma sararak yürüdüm ve onun karşısındaki koltuğa oturup uyuklamasını izledim. Televizyona bakan gözleri iyice donuklaşmıştı ve birazdan uyuyacağının işaretiydi. "Sehun" dedim fısıltıdan farksız sesimle. Ancak o şaşırtıcı bir şekilde duymuş olacak ki bakışlarını bana çevirdi.

Ne söyleyeceğimi beklerken yine o sıkılmış ifadesi yorgunluğa eşlik ediyordu. Bacaklarımı kendime iyice çektim ve endişeyle mırıldandım. "Ya o adamlar sana zarar verirse, ya?" öldürmeye kadar uzanırsa diyemedim. Kelimeyi ağzımdan çıkaracak kadar cesur değildim.

Dudaklarının kenarı kıvrıldığında kalbim yine tanıdık bir hisle sıcakladı. Gülüşü o kadar güzeldi ki, ona sahip olmak için tüm dünyayı karşınıza aldıracak cinstendi. Kolunu gözlerinin üzerine koyup koltuğa iyice yerleşti. "Ölü bir adamdan paranı alamazsın Luhan, ve onlarda bunu çok iyi biliyor. Ki gerek yok artık, hallettim o işi."

Cevap vermeyip başımı koltuğa yaslarken göğsünün düzenli bir şekilde inip kalkmasını izledim. Bugün hava aşırı derecede sert olduğundan evin içi bile insanın içini titretiyordu. Bir battaniye getirip üzerini örtmek için kalkmak istesem de beynim onun bunu hak etmediğini söyleyip duruyordu. Ama bu savaşı her zamanki gibi aptal kalbim kazandı.

Üst kata çıktığımda direkt onun odasına girdim ve yatağının üzerinde duran siyah battaniyeyi kavradım. Kendine has olan kokuyu tüm odasına işlemiş, ciğerlerimi bağımlısı yapmıştı. İşimin bittiğini ve artık buradan çıkmam gerektiğini biliyordum ama bir türlü ayaklarım geriye gitmiyordu.

Burası onun topraklarıydı... Benim ayak basmamın yasak olduğu topraklar. Ve insan her zaman yasak olanı tatlı bulurdu.

Keşfe ilk önce dolabından başladım; her şeyi o kadar düzenliydi ki asla böyle olmayacağıma emindim. Bir süre oyalandıktan sonra alttaki çekmeceyi açtığımda bir sürü kağıt buldum. Çoğunluğu fatura ve buna benzer şerlerden oluşurken arkada duran ahşap kutu beni al diye bağırıyordu adeta.

Tereddütte kalsamda kutuyu kavradım ve içini açtığımda nefesim kesildi. Gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırırken onlara minnettar oldum. Fotoğraflar vardı ve hepsinde Baekhyun vardı. Doğum günleri, tatildeki fotoğrafları....

O an anladım bu toprakların neden yasak olduğunu. Ben buraya ait değildim, burada yerim yoktu. Buranın bana vermeye razı olduğu tek şey kederdi.

Titreyen ellerime rağmen daha fala yaş dökmedim. Alışmalıydım... Benim kalbimden kış, gözlerimden sonbahar asla eksik olmayacaktı. Gözlerimde dolaşan bulutlar yağmur olacak, gözyaşlarım bereket değil çoraklık getirecekti yüreğime. Ruhum kalbimin tipisine kapılıp oradan orada savrulacaktı. Kış gibiydim; kimsenin sevmediği ve arkasını döndüğü mevsimdim.

Korkuyordum. Her mevsim gibi yitip gitmekten korkuyordum...

Kutuyu yerine koyup hızla merdivenlerden indim. Ona sitem etsem değişen bir şey olmayacaktı. O kendi dünyasında haklıydı, ben ise kendi dünyamda. Ama artık sona geldiğimi hissediyordum. Aşk bazen kalmak için değil gitmek için iyi bir sebep olabiliyor.

Salona geldiğimde hâlâ uyuduğunu görmek buruk hissettirdi. Onun gibi huzurlu olmak isterdim. İçimi kaplayan duygular beni terk etsin diye her şeyi yapardım. Acı bana zamk gibi yapışmışken omuzlarımdaki yük fazla ağırdı.

BETRAYAL  |HUNHAN|Место, где живут истории. Откройте их для себя