1. bölüm | Tuhaflıklar.

372 20 3
                                    

Ertesi Gün

Annemle babamın bağırışlarıyla uyandım. Okula gitmeme daha vardı, fakat bir duş alsam hiç de fena olmazdı. Annemin ''Yeter artık! En sonunda kendimi öldüreceğim, bıktım senden!'' diyen sesini duydum. Yatağımda doğrulup boş boş düşünmeye başladım. Neden benim ailem böyleydi? Neden sürekli kavga ediyorlar, birbirlerini sevmiyorlarmış gibi görünüyorlardı? Neden bana ''İleride bir ailem olduğunda asla böyle olmayacak ve çocuğuma asla bunları yaşatmayacağım'' diye düşündürüyorlardı? Gerçekten böyle düşünüyordum. Benim bir ailem olduğu zaman, asla çocuğuma bunları yaşatmayacaktım. Benim çocuğum, saçlarını okşamamla uyanacaktı. Kavga ve gürültüyle değil. Benim çocuğum, anne ve babasının birbirine duydukları sevgiyi görüp mutlu olacaktı. Her gün onların birbirlerini sevmediklerini düşünmeyecekti. Bunun için kendime söz vermiştim, kendi yaşadıklarımı çocuğumun yaşamasını istemiyordum çünkü. Düşünmeyi bırakıp yataktan kalktım ve kıyafetlerimi dolabımdan alıp banyoya girmek için aşağı indim. Annem benim uyandığımı görünce, ''Günaydın kızım!'' dedi. Birden göz yaşlarını sildi, sanki kavga ettiklerini anlamamışım gibi davranıyordu. Hep böyle yapardı zaten. Benim üzülmemi istemediğini biliyordum, bana hissettirmemeye çalışırdı. Ama üzgünüm anne; ben her şeyi biliyorum. Babam ise tam tersiydi. Annemin bu hallerini görünce, ''Adaline her şeyin farkında! Ona numara yapmayı kes! Kavga etttiğimizi, maddi durumumuzun kötü olduğunu biliyor!'' diye kükrerdi. Evet haklıydı. Ben her şeyi biliyordum, keşke bilmeseydim...

''Günaydın anne ve sana da günaydın baba.'' diyerek hemen banyoya attım kendimi. Sabah sabah diğer insanlar için çok zor olsa da, ben her sabah buz gibi bir duş yapardım. Bu beni kendime getiriyor, güne daha zinde başlamamı sağlıyordu. Buz gibi suyun altına girdiğimde aklıma nedense şu okuldaki yeni çocuk gelmişti. Soluk benizli teni, kırmızıya dönüştüğünden yüzde yüz olarak emin olduğum gözleri ve gerçekten aşırı soğukkanlılığı... Nedense bir türlü aklımdan çıkmıyordu bu çocuk. Onda tuhaf bir şeyler vardı, bundan emindim. Ve bunun peşinden gideceğimden de emindim. Önce adını öğrenecektim, sonra konuşmaya çalışacaktım. Kendimi ona sevdirmeye çalışacaktım. Umarım. Duştan çıktım ve hemen kıyafetlerimi giyerek odama gittim. Saçlarımı taradım, daha sonra çantamı sırtıma taktığım gibi aşağı indim. Şimdi sakin bir biçimde salonda oturup televizyon izleyen anne babama baktım, ortaya bir ''Görüşürüz!'' diyerek evden çıktım. 

Okul kapısından içeri girdiğim an etrafta o çocuğu aramaya başladım. Tanrım, hala ona ''O çocuk'' diyordum! Öncelikle ismini öğrensem iyi olacaktı. Biraz etrafa bakındığımda, okulun arka tarafındaki bankta tek başına oturduğunu gördüm. Bu çocuğun hiç arkadaşı yok muydu? Demiyecektim. Çünkü benim de hiç arkadaşım yoktu, ne hoş! Koşar adım yanına gittim. Yapabildiğim kadar samimi şekilde ''Merhaba!'' dedim. ''Günaydın.'' dedi, fazla samimi bulmadığım bir ses tonuyla. Tipi gibi ses tonu da soğuktu, garip. ''İsmini sormayı unuttum bu arada.'' dedim. Konuşmayı devam ettirme çabalarım çok acınasıydı. ''Sor o zaman'' dedi çocuk, ne diyordu bu? Söylediğim şeyin ''İsmini söyle'' anlamında söylediğim açıktı. Neden uzatıyordu? ''İsmin ne?'' diye sordum, gülümseyerek. ''Austin, ben de senin ismini sormayı unuttum.'' dedi. O da gülümseye başlamıştı. Fakat gülümsediği an, dişlerinin çok farklı olduğunu gördüm. Önden sağda ve solda olmak üzere iki dişi sivri ve diğerlerine oranla uzundu. Bunun sebebi neydi acaba? Her neyse, yakında öğreneceğim. ''Sor o zaman!'' diye cevap verdim. ''Pekala,ismin ne?'' dedi. İkimiz de gülmeye başladık, gülerken aradan ''Adaline.'' dedim. ''Çok güzel bir ismin var. Fransızca bir isim sanırsam?'' dedi, ''Ah evet. Büyük dedelerim Fransızmış, büyük annemin annesinin adı da Adaline'ymiş. Bu yüzden bana da bu adı vermişler. Ben pek sevmesem de herkes güzel olduğunu söylüyor. Eski bir isim!'' dedim. O an hayatımda hiç bu kadar uzun cümleler kurarak birisiyle okulda konuşmadığımı fark ettim. Hocalarla, sınıfa doğru yaptığım konu anlatımları sayılmıyordu tabii!  ''Bu isme haksızlık etmemelisin ADALINE, ismin çok güzel. Senin gibi!'' dedi Austin. ''Eheh, teşekkürler'' diye bir şeyler geveledim. Hep böyle oluyor! Lanet olsun, neden hep birisi bana iltifat ettiğinde saçmalarım ki?! Bir an fark ettim ki konuşmayı devam ettirmeye çalışan artık Austin di. Sürekli konu açıyor, bir şeyler soruyor, benim sorduklarıma ise uzun uzun cevaplar veriyordu. Bu huyunu sevmiştim, konuşkan insanları seviyordum. Fakat nedense böyle konuşabileceğim ''Konuşkan'' birisi yoktu, bu güne kadar. Konu konuyu açıyordu ve sonunda uygun bir konuşma sırasında, ''Austin teninin bu denli beyaz olmasını neye borçlusun?'' diye sordum. Sanki bu tene hayran kalmışım gibi bir ses tonuyla konuşmuştum. Kırılmasın, yada kötü bulduğumu düşünmesin diye. ''Iıı, şey...Bilemiyorum...Genetik bir şey sanırım. Ailemin diğer üyeleri de böyle soluk benizlidir!'' dedi. Bir şey sakladığı o kadar açıktı ki, her neyse... Uzun uzun konuştuk ve okulun arka tarafındaki, kimsenin uğramadığı banklarda üç ders saati boyunca oturup konuştuğumuzu farkına vardım! İnanamıyordum, derslere girmeyi bile unutmuştuk! Bunu fark ettiğim an, ''Kaç saattir burada oturmuş konuşuyoruz farkında mısın?'' diyerek güldüm. Austin de gülerek, ''Evet farkındayım. Tam üç ders saati. Burada böyle oturduk. Üç saattir de bunun farkındayım.'' dedi. ''Farkındaysan neden söylemedin peki?!'' dedim, daha çok gülüyordum. Nedense çok güzel vakit geçirmiştim ve eğleniyordum. ''Bunu bozmak istemedim, çok iyi anlaştık sanırım? Sence de öyle değil mi?'' dedi. ''Evet, aynen öyle. Seni çok sevdim AUSTIN'' dedim. O sırada Austin durgunlaştı. Ah, tanrım! Bak işte. Yine aynı şey oluyordu! İlk gün ki gibi, Austin yine gözlerini boynuma dikmişti! Neden böyle bakıyordu bana? Boynumdaki baktığı yere eğilerek  baktım, bakılacak enteresan bir şey de yoktu. ''Austin, bir şey mi oldu?'' diye sordum. Ağzını sıkarak, ağzını açmamaya çalışarak bir şeyler konuştu; ''ADALINE, ÇABUK GİT BURDAN!'' .

Dead HeartsWhere stories live. Discover now