DİPSİZ KUYU

1.9K 110 85
                                    

3

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

3.BÖLÜM

Hayatımız boyunca kalkıştığımız
eylemlerin getirdiği sonuçlar eninde sonunda karşımıza dikilirdi, bunu şimdi bir kez daha anlamıştım karşımda ölümün soğukluğuna sahip gözlerle, bana bakan adam sayesinde.

Boğazıma takılan buruk duyguyu yok edebilecekmişim gibi yutkunsam da, içimi kaplayan korkunun alevlerini hiçbir şey söndüremezdi.
Karşımdaydı. Burda. Benim evimde. Geçmek bilmeyen saniyeler dev dalgalara dönüşerek, bana boğulmaktan başka bir yol bırakmıyordu. Zaman benim aleyhime işliyordu ve ben taşlaşmış bir fosil gibi olduğum yere çakılı kalmıştım. Ne geri adım atmaya ne de ona yaklaşmaya cesaretim vardı.

Evin içine usulca dolan sessizliği, her saniye bir öncekine göre hızlanan kalbimin korkuyla bozuklaşan ritmi, duvardaki saatin sabit takırtısı ve masanın yanındaki sepette kıvrılmış Kül'ün mırıltısı bölüyordu.

Gazeteyi yüzüme fırlatmasıyla başımı beyaz karolu zemine eğip ve gözlerimle yeri dikkatlice incelemeye başlamıştım. Aslında yere bakmakla, ona bakmak arasında pek bir fark olduğu da söylenemezdi. İki durumda da tedirginliğim geçmiyordu ama yinede onun o tuhaf bakışlarına maruz kalmaktan iyiydi yere bakmak. Bana bir adım daha yaklaşarak aramızdaki masafeyi yok etmişti. Üzerinden gelen keskin sigara kokusunu alabiliyordum ve yolun sonuna gelmiş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamadım. Ona yalvarmayacaktım çünkü bana merhamet etmek için bir sebebi yoktu. Beni korkutan ölüm değildi. Bana her istediğini yapabilecek güçte olan bir adamın karşısıda zavallı gibi savunmasız ve çaresiz kalmaktı. Ölmek için yaşadığımız bir dünyada elbetteki ölümü bedenimiz tadacaktı ama bu şekilde, kapana kısılmış bir fare gibi olmamalıydı.

"Ne kadar korktun gazeteci?"

Çıkan cüretkar sesiyle, irkilerek yavaşca yerimde kıpırdandım.

"Ben..." pürüzlü çıkan sesimle konuşmayı beceremeyerek dişlerimi birbirine bastırdım.

"Ama korkmakta haklısın gazeteci." dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "Ben sana cehennemi getirdim!"

Kulağıma fısıldanan sözcüklerle, başımı biraz daha eğip pijamamın kenarını ellerimle sıkıca kavradım. 'Cehennemi getirmek' demekle ne kastetmişti? Yani beni hemen burda mı öldürecekti? Bir gazete haberi için neden bu kadar gözü dönmüştü bu herifin?

"Gazeteyi yerden al ve çizdiğim yeri yüksek sesle oku!"

Afallamıştım. Vücudum, beynimden bağımsız bir halde, hareket etmeye mecali olmayan hasta bir beden gibi olduğu yere yapışıp kalmıştı. Tüm yönetim mekanizmasını yitirmiş, kısa devre yapmış bir devreden farksızdım. Bana karşı savurduğu emir kiplerini eyleme geçirecek gücü barındırmıyordu bünyem.

"Beni duymadın mı? Al ve oku!"

Bu seferki ses fısıltıdan ziyade emreden bir tondaydı ama bu emir yine beni teyet geçmişti çünkü küçük bir krize tutulmuştum. Gözlerimin dolduğunu biliyordum ve gözyaşlarımın akmasını engellemek için gözkapaklarımı kırpmaktan çekiniyordum.

KELEBEĞİ ÖLDÜRMEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin