Gümüş saatim güneşin altında parlıyordu. Kordonunda şekillenen ışık oyunlarını gözlerimle takip ediyordum. Akrep 2'nin üzerinde kuyruğunu yelkovanın yamacına saklarken büyük spor salonunun önüne ulaşmıştım ancak. Maçın başlamasına 5 dakika gibi kısa bir süre kalmıştı. Ve bu geç kalışımı Jungkook'un uğur bilekliğini evde unutmasına borçluydum. Yolun yarısında beni aramış ve bilekliği unuttuğunu söylemişti. Geri dönüp bilekliği alarak tekrar spor salonuna gitmek ise bana uzun bir süreye mal olmuştu.
Büyükannem ve Soon Ra çoktan yerlerine oturup tezahüratlara eşlik ediyor olmalıydılar. Nedense içimden bir ses benim için yanlarında bir yer ayırmadıklarını söylüyordu.
Derin nefesler aldıktan sonra koşmaya başladım. Büyük binanın dışından bile içerideki kalabalık gürültü duyuluyordu. Kendimi salona atar atmaz gözlerim etrafı taramaya başladı. Özellikle kırmızı formalı insanlara dikkat ederken Jungkook ile göz göze geldim. Yüzündeki rahatlamayla bana bakıyordu, beni beklediğini anlamak zor değildi. Hatta gözünü kapıdan bir an olsun ayırmadığına eminim.
Sadece renkli iki ipten oluşan mevzu bahis bu bileklik Jungkook'a annemden hediyeydi. Yıllardır yanından ayırmamıştı, öyle ki çok yıpranmıştı. Birkaç kez kopmasına rağmen bağlayarak yeniden takmıştı, bu yüzden iplerin farklı farklı yerlerinde dört sıkı düğüm vardı.
Elindeki basketbol topunu yere attı ve hızlı adımlarla bana doğru yürümeye başladı. Ben de sahaya yaklaşıyordum nefes nefese. Jungkook trübünlere yaklaştığı için tezahüratlar artmıştı. Wow, dedim. Benim kardeşim gerçekten popüler.
" Teşekkür ederim noona. "
Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle bana baktığında nefeslerim düzene girmişti. İçim soğumuş ve rahatladığımı hissetmiştim. Jungkook'un bir gülümseyişi tüm yorgunluğuma bedeldi. Yine mutlu edecekse onu, sekizyüz bin kilometre koşabilirdim.Jungkook uzattığım bilekliği sol bileğine bağlarken salondaki anonslar arttı, son dakikaya girmiştik. Jungkook'un omzunun üzerinden gerçekten spor yapıp yapmadığını merak ettiğim göbekli koçun kardeşime seslendiğini görebilmiştim. Gürültüden dolayı ne dediği duyulmuyordu ama Jungkook'u çağırdığı belliydi.
Jungkook ise hiçbir şeyi umursamadan güzelce bilekliği bağladı ve dişiyle ipin tekini çekiştirerek bağı sıkılaştırdı. Sonra omuzlarımdan tutup kahkülümün üzerinden öptü. Şuan gerçekten mutluydu. Çünkü Jungkook bunu sadece gerçekten çok mutluysa yapardı, diğer zamanlar bu tarz şeyler onu utandırıyordu ve gözlerini deviriyordu.
"Trübünlerin önünde senin için yer ayırdım, sol tarafta. "
Daha fazla vakit kaybetmeden koşarak sahaya girdiğinde alkışlar koptu. Koç Jungkook'a söylenerek yaklaştı ve sahanın kenarında buluştuklarında omzunu patpatlayarak sahanın içine itti. Jungkook sahanın ortasına ilerlerken takım arkadaşları tarafından ona uzatılan ellere karşılık verdi ve yerini aldı. (Hani maçlarda takım arkadaşları birbirlerinin eline vururlar falan ya öyle. Bazı şeyleri yazarak anlatmak zor oluyor ya keşke yönetmen olsam sfsfh)Maçın başlama düdüğü çalarken trübünlerin önüne doğru ilerledim. Jungkook olduğu yerde sıçrayarak hakem tarafından havaya atılan topu kaptığında maç fiilen başlamıştı. Coşkulu trübünlerin önünde ilerlerken boş sandalyeyi arıyordum. En sonunda Soon Ra'yı ve yanındaki boş koltuğu gördüğümde yüzümü düşürdüm. Jungkook... Senin ayırdığın yeri yıksınlar.
Soon Ra'nın yanındaki boya küpü babaannemin elini sallayarak dikkatimi çekmeye çalışmasıyla başımı salladım ve yanlarına ilerledim. Boş koltuğa oturduğumda babaannem başını eğerek yüksek sesle " Bilekliği verdin mi? " dedi.

YOU ARE READING
MARIGOLD • pjm ☑︎
Fanfiction" İnsan genellikle kimseyi sevmeyerek yola koyuluyor, Daha sonra herkesi seviyor, Sonra onlardan birkaçını, daha sonra birini, En sonunda hiçbirini. " - Albert Camus. + Karakterlerime sarfedilen en ufak bir kötü sözü dahi kabul etmiyorum. @jisakur...