Şeytan-ı Racim 7

3.1K 91 15
                                    

Girdik içeri, yaşlı adam tesbih çekiyordu, uzun bir tesbihi vardı. Kapıyı açan genç kadın buyurun oturun dedi. Evde kanepe koltuk yok, sadece yerde minderler var, sırt yaslamak için de uzunca bir sedir gibi bir şey vardı.

Oturduk, hoca halen tesbih çekip içinden bir şeyler okuyordu. Sonra dedem selam verdi. Adam 10 saniye kadar okumaya devam ettikten sonra, dedemin selamını aldı. Kimseden çıt çıkmıyordu.

Hoca birden bana döndü ve yaklaş dedi emir kipiyle. Babam kafasıyla kalk işareti yaptı, ağır ağır ilerledim hocanım önüne doğru.

Hoca otur dedi. Oturdum hemen karşısına. Gözlerimin içine bak dedi. Baktım. Gözleriyle gözlerime 10 saniye kadar dik dik baktı, sonra çevirdi gözlerini. Türkçe olmayan bir şeyler diyordu bana doğru bakarak, sadece bakıp bir şeyler söylemeye devam etti. Ben ise korkudan yere bakıyorum sadece.

Gelini olduğunu tahmin ettiğim kadını çağırdı, bir şeyler istedi genç kadından. Kadın getirdi istediklerini; 1 bıçak, 1 kağıt, 1 kalem, 1 tas içinde su, 1 de iğne getirdi.

Adam kağıda bir şeyler yazdı, ince uzun bir kağıttı. Bu kağıda yazı yazdıktan sonra büktü büktü. Makasla belli parçalar halinde 10 parçaya kesti, suyun içine attı ama ağzı hiç durmuyor sürekli bir şeyler mırıldanıyordu.

Suyun içine baktığında gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Sonra iğneyi aldı eline, kolunu uzat dedi. Hiçbir şey demeden uzattım. Koluma küçük küçük 5 tane delik açtı, hepsinden toplu iğne başı kadar kan aktı. Bu kanı tastaki suyun içine akıttı. Parmağıyla bu suyu karıştırdı.

Sonra sen çık dedi bana, bende dışarı çıktım. 5 dakika kadar sonra dedem ve babam yanıma geldiler, suratları düşmüş, arabaya bindik hiç konuşmadan. Sonra arabada dedem, oğlum sen bu illetlere nerede bulaştın dedi.

Ne illeti dede dedim. Oğlum sen *** kabilesinden birilerinin çocuğunu öldürmüşsün o yüzden sana musallat olmuşlar dedi. Ne çocuğu dede ne diyorsun dedim.

Hocanın ona verdiği bıçağı gösterdi, onlara karşı yapılabilecek şey buymuş oğlum, bunu yanından ayırma dedi. Biz seni yalnız bırakmayız, hep yanında oluruz merak etme. Hocanın da yapabileceği tek şey buymuş, bu bıçağı okuyup bize verdi, yanından hiç ayırma dedi.

Ne olduğunu anlamıyordum, artık ne olursa olsun modundaydım. Tekrardan dedemlerin evine geri döndük. Akşam olmuştu, yemek yiyorduk, hepimizde bir sessizlik vardı.

Yatma saatine yakın kapı çaldı, bu saate kapıyı kim çalardı acaba.

Kapıda 5 tane köylü vardı, en arkadaki adamı tanımıştım, bu adam ilk gittiğimiz ve bizi evinden kovan hocaydı.

Dedeme bir şeyler dediler, dedem sinirli bir şekilde burası benim evim dedi. Bunu duyabildim sadece. Sonra dedem, babamın yanına gitti. Oğlum hadi evinize gidin, orada daha rahat edersiniz dedi. Sadece tamam dedi babam, dedemi de zor durumda bırakmak istemiyordu.

Dedem dahi bunu yapıyor, benden çekinip evinden kovuyorsa ne yapabilirdim. Hiçbir şey hissetmiyordum, neyim olduğunu dahi bilmiyordum. Gecenin bir yarısı; babam, annem ve ben atladık arabaya kendi evimize doğru sürdük arabayı.

Eve geldik, salonda oturuyoruz hepimiz. Annemle babam yalnız bırakmadılar o gece, ancak insan onlar da uyuyakalmıştık üçümüz de, ta ki saat yine 2:30'u gösterene kadar...

Yine o kabusu gördüm; hava kızıl, güneş yok. Üniversite okuduğum şehirdeki evdeyim. Camdan aşağıyı izliyorum, aşağıdan ilginç sesler geliyor.

Sonra arkamı dönüyorum, ancak bu sefer farklı bir şey vardı, Atakan'ın yüzünü görüyordum. Gözleri masmavi, siyah dişleri ve upuzun saçları var. Bana baktı ve hiç unutmadığım 2 cümleyi söyledi, il hüvel, illa bin zitr, o masmavi gözlerini bana dikip bunları söyledi.

Konuşamıyordum, sadece o masmavi gözlerine, o uzun saçlarına, kararmış dişlerine bakıyordum.

Üç Gölge Köyü ve Daha NiceleriWhere stories live. Discover now