19

25.3K 763 87
                                    

"İnan bilmiyorum, kafam allak bullak oldu." Parmaklarımı şakaklarıma götürüp, dairesel hareketlerle masaj yapmaya çalışıyordum. Ne kadar başarılı olduğumdan emin değildim. Başım çatlayacak gibiydi. Düşünmekten öyle çok yorulmuştum ki, beynimin iflas bayraklarını çekmesine ramak kalmıştı. Neden böyle yaptı, neden böyle söyledi gibi soruların ardı arkası kesilmiyordu. Biri bitmeden diğeri geliyor, karışık olan kafamı iyice arap saçına çeviriyordu. Ne düşüneceğimi, neyi nasıl yorumlayacağımı anlayamaz hale gelmiştim. Bu evliği istiyordum, hayatta ondan başka istediğim hiçbir şey yoktu. Dünyevi hiçbir şeyde gözüm yoktu. Ayşegül, dünyevi bir dert olamazdı. Onu bu dünyaya yakıştıramıyordum. Sanki o, özene bezene yaratılmış, cennetten indirilmiş gibiydi. Olmayan kanatlarını kafamda oluşturduğumda gülümsedim. Tek eksiği buydu. Çünkü 'melek' dendiği zaman insanın kafasında bir profil oluşurdu. Kanatlı, başının üzerinde parlak haresi olan, beyaz giyimli, bebek suratlı, sarı saçlı bir kadın. Tam olarak her insanın kafasında kurgulanan melek aslında gerçekti. Ayşegül'dü o. İnsanların bir meleği görebilmesi için göz perdelerini aralamalarına gerek kalmasın diye yaratmıştı Tanrı onu. Yüzü de, ruhu da saf ve temizdi. Tüm kötülüklerden arınmıştı. Dünyadaki hiçbir insanla mukayyese edilemezdi temizliği. Kimsenin kalbi onunla yarışamazdı. O öylesine saf öylesine temizdi ki, kimsenin ona benzeyeceğine inanmıyordum.

"İyi de neden kafan karışık? Kendini bildin bileli onun için uğraşmıyor musun sen?" güldüm. Ben onun için uğraşmıyordum ki! O beni görsün diye bir kez olsun uğraşmış mıydım? Asla. Onun beni görmesine gerek yoktu ki. O var olsun, mutlu olsun, bana bir ömür boyu yaşamaya yeterdi bu. Hiç kendimi ona gösterme çabasına girmemiştim. Onun beni görebileceğine de inancım yoktu. İşin zor kısmı hala da böyle bir inancımın olmamasıydı. Onun gibi bir insanın, benimle ne işi olabilirdi ki? Dünyanın bütün harikaları oyken, ben... ben hiçbir şeydim. Öyle basit ve anlamsızdım ki. Kendime acıyordum. Ben kimdim ki?

"Böyle olmaması gerekirdi." Evet. Çünkü böylesi çok saçmaydı. İçime sinmiyordu. Kelimenin tam anlamıyla içime sinmiyordu bu durum. Anlamsızlıklarla, ucu açık cevaplarla, mantıksız hareketlerle doluydu. Eğer bir gün olur da, beni sevecek olsa dahi yine de bu kararı bu kadar erken vermezdi. Bu bir evlilikti, kangren olam parmağı kesip atmak değildi. Öyleyse neydi bu acelenin sebebi?

"Yapma böyle işte, bu kadar sorgulama. Akışına bırak." Akışına sıçayım.

"Hem bak ben sana ne diyeceğim Aras." Başımı kaldırıp baktım. Daha ne diyebilirsin ki?

"Söyle,"

"İlaç saati,"

DELIRIUMWhere stories live. Discover now