Long Story

1.3K 62 176
                                    

Gök gürültüsü her duyulduğunda kalbimdeki tuhaf his artıyordu. Bu benim ilk işimdi ve batırmak istemiyordum. Stresimden dolayı daralmıştım ve at arabasının camını açtım. Serin hava aracı doldururken düşüncelerimi de dondurabilmişti. Huzursuzdum ve gergindim. Evimde olsaydım kafamı dağıtabilirdim veya kendimi sakinleştirebilirdim, ama evimden oldukça uzaktaydım.

Yüzümü hedef alan yağmur damlaları sayesinde irkildim ve bakışlarımı yola çevirdim. Yaklaşık yirmi dakika falan kalmıştı, gideceğim yer şimdiden görünüyordu. Oldukça büyüktü, bir şato gibiydi, gotik mimarisi gayet hoş yansıtılmıştı ve oldukça eski olduğu da belliydi. Beklediğim gibiydi aslında, çok şaşırmamıştım. İtiraf edecek olursam büyüklüğü beni şaşırtan tek şeydi. Hayatımda ilk defa bir akıl hastanesi görmüyordum, benim okulum sayesinde ziyaret ettiklerim çok daha küçüktü.

Araç kapının önüne geldiğinde bavulumu sıkıca tutarak indim. Şoföre para önceden verildiği için adama sadece teşekkür ettim ve beni bekleyen büyük şatonun –oraya böyle demem bence daha uygundu- kapısına yürüdüm.

Kapıya tam vuracağım sırada aniden açılmıştı ve bu benim korkmama sebep olmuştu. Küçük bir çığlık atıp geriye doğru kaydım, elim hala havadaydı. Yaşlı, oldukça yaşlı, buruşuk yüzlü bir kadın suratsız bir şekilde kapıyı açtı ve kuşkuyla bana baktı. Geleceğim biliniyordu ve bana böyle bakması beni daha da çok germişti. Kadına kendimi tanıtma gereği duydum, ama o kadar gerilmiştim ki İngilizce konuşamayacak gibi hissediyordum.

Kendimi zorladım.

"Merhaba ben Byun Baekhyun. Park Chanyeol'un hastabakıcısı olmak için buraya gönderildim. Ah, bu da bilgilerim!" Koltukaltımın arasına sıkıştırdığım kağıtları yaşlı kadına uzattım ve samimi gözükmek ve gülümsemek için kendimi zorladım. Sanki iki el yanaklarımı çekiyormuş gibi göründüğümü anladığımda samimiliği boş verip gülümsememi kestim. Kadın gözlerini benden çekip kağıtlara baktı ve elini gelişi güzel salladı. Sanırım istememişti. Kağıtları kendime doğru çektim ve gözlerimi kadına diktim, neden konuşmuyordu ki? Acaba oda kapısı açık kalmış bir akıl hastası olabilir miydi?

"İçeri girebilir miyim, ah bir de kalacağım odayı gösterir misiniz?" diye sordum, eğer olumsuz davranırsa bu işte bir bit yeniği vardı. Ancak kadın beni şaşırtarak "Ah, elbette!" dedi ve arkasına dönüp bağırdı. Merdivenlerden nerdeyse benim yaşlarımda olan bir çocuk indi ve sanırım o da Asyalıydı. Gözleri çekikti, yüzü ne kadar sempatik olsa da bakışları soğuk ve donuktu. Bu yüzden ondan hoşlanmamıştım.

Bir boğaz temizleme sesi duyduğumda bakışımı çocuktan çekip kadına verdim. İçeri geçmem için buyuruyordu. Ben hızlıca şatoya girdim ve hemen yanımda biten çocuğa döndüm.

"Ben Zhang Yixing. Senin gibi bir hastabakıcıyım ve sana buradaki şeyleri öğretecek olan da benim. Bu yüzden sözümden çıkma ve bana ayak uydur. Beni takip et. Sana odanı göstereceğim, yerleştikten sonra da bakacağın hastayla tanışırsın." Çocuğun Asyalı olduğunu doğru tahmin ettiğim için kendi kendime mutlu olmuştum ve sanırım burada tek yaşıma yakın olan da oydu.

Ortadaki devasa merdivene yönlendiğinde hiç dikkat etmediğim merdivene hayranlıkla baktım. Tırabzanın her bir kısmında el işçiliğiyle yapılmış oyuklar ve oyukların bittiği yerde de inciler vardı. Gri ve siyah renklerinin karışımı ve biraz da sedefli olan merdiven oldukça uzun ve genişti. Buranın sahibini gerçekten merak etmiştim, bunu Yixing'e sormamda bir sakınca olacağını düşünmüyordum.

Önümden giden çocuğa seslendim, "Hey!" benim sesimle basamakları çıkmayı bırakıp onun yanına gelmemi bekledi. Bende aceleyle birkaç basamak atlayarak yanına ulaştım ve birlikte çıkmaya başladığımızda "Buranın sahibi de kim?" diye sordum. Derin bir iç çekti. "Öyle adını söyleyip geçebileceğim biri değil." Dedi gözlerimin içine bakarak.

Comb My Hair With Your Love •ChanbaekWhere stories live. Discover now