Trespass

347 38 54
                                    

"Hiçbir şey yapmadan bekleyemem! O kontrolden çıktı, görmüyor musun? Buna daha ne kadar göz yumacaksın? Hiçbir şey olmamış gibi davranamazsın, Yixing!" Çığlıkları kulak tırmalarken karşısındaki çocuk ona boş gözlerle bakıyordu. Her şeyin farkındaydı ama bilmiyormuş gibi davranmak ikisi için de en iyisiydi.

Bağladığı kollarını çözdü ve karşısındaki kadına yaklaştı. Dostlukları uzun bir zaman önce başlamıştı, ikisi her zaman birlikteydi. Yixing, Amy'nin bu hallerini görmek istemiyordu. Buradan kaçmayı o da çok istiyordu ama bunu yapamazdı. Buradan kaçamayacaklarını biliyordu, kaçmayı denerlerse başlarına geleceklerini de biliyordu. Sadece sustu ve en yakın arkadaşına sarıldı.

***

Parmak uçlarıma değen, yumuşak ve kısa saçları sevmeye devam ediyordum. Chanyeol uyuyalı neredeyse bir saat oluyordu. Bir saattir saçlarını okşayıp başını öpüyordum.

Yavaşça başımı kaldırdım ve karşımdaki kapıya baktım. Eğer bir çocuğa bir şeyleri yapmaması gerektiğini söylerseniz, çocuk bunu gözlerinizin içine baka baka yapacaktır. İşte ben o küçük çocuktum. Brendon beni istediği kadar korkutabilirdi. Bodrum katında sadece bir kapı yoktu, ve ben Byun Baekhyun o kapıları tek tek açacaktım.

Bacağımdaki kafayı yavaşta sert yatağa koydum. Yerimden ani bir hareketle kalktım, sessiz ve hızlı adımlarımla kendimi odadan dışarı attım. Güneş ışığının gri bulutlardan geçemediği pencerelerle dolu koridordan hızlıca geçtim ve kahvaltı için aşağıya indim. Büyük masada sadece dört kişi vardı. Yixing, Amy, Grinner ve Brendon. Masaya doğru yürürken yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim. Şansıma, Brendon'ın yanındaki yer boştu.

"Günaydın. Ah, günaydın Bay Urie."

Sanırım ona ayrı bir selam vermeme herkes şaşırmıştı. Amacım ona yakın olmak değildi, hayır, amacım onu tanımak ve iyi bir düşman olmaktı. Bana ilk izlenimi bile kötü olan bu adamın iyi bir insan olacağına inanmıyordum.

Şaşkın ama hala boş olan bakışlar bana odaklandığında ona yeniden gülümsedim ve kahvaltıma başladım. 

İçeri koşuşturarak giren Helena'yla herkes duraksadı, biri hariç. Brendon hala çatalıyla sosisini kesiyordu. Helena nefes nefese konuşmaya başladı. "Bay Urie! Bir hastamız daha dün gece kaçmış! Elbisesinin kopmuş bir parçasını bulduk, üstünde kan vardı!"

Helen bunları anlatırken anlık bir şey fark ettim. Hayal gibi bir andı. Gerçek olup olmadığını kavrayamamıştım ama kendime güvenmeliydim. Gerçekten görmüştüm, Helen bunları anlatırken gülümsemişti. Başı aşağı doğru olduğu için karşısındakiler göremiyordu ama ben yanındaydım. Ben her şeyi görmüştüm. Kafasını kaldırırken kısa bir süre için gözleri benim üstümde gezindi, tam o sırada yukarıdan bir bağırtı duyuldu.

"Baekhyun!" Chanyeol'un sesiyle kalktım ve merdivenlere yöneldim. Aceleci adımlarımla bir sürü düşme tehlikesi atlattıktan sonra nihayet onun odasına varmıştım.

Yorganına kendini sarıp oturmuştu. Kısa perçemleri gözlerinin hemen üstünde dağılmıştı, bu hali bile kalbimin ritmini değiştiriyordu. O, çok güzeldi. Yavaşça, onu ürkütmek istemeden, yanına yaklaştım. Benden korkmayacağını biliyordum ama kendimi sağlama almalıydım. 

Yanındaki boşluğa oturdum. İkimiz de boş bir şekilde karşımızdaki kapıya bakıyorduk. Bazen ayaklarımı sallayarak aşağıya bakıyordum, o da arada bir bana bakıyordu. Bakışlarını yakaladığım zaman hemen önüne dönüyordu. Utangaç, küçük bir çocuk gibiydi. Onun böyle tatlı olması, benim ona karşı hissettiklerimi arttırıyordu. Evet, ona karşı hislerim vardı. Öyle ilk görüşte olan bir şey değildi bu. Onu anlamaya başladığımda başlayan bir şeydi. Gözlerine bakınca kendimi gördüğüm içindi belki de. Başımı sallayarak kendime gelmeye çalıştım. O benim hastamdı. Hastalığı olduğunu da düşünmüyordum. Burada yetişen birinin bu kadar iyi olması imkansız gibiydi.

Comb My Hair With Your Love •ChanbaekWhere stories live. Discover now