92. Bölüm; Karanlık Gölge

4.6K 167 173
                                    


Raven'ın arkasından bakarken kalbimdeki acıyla birlikte kesik kesik nefes almaya devam ediyordum. Zehir tüm bedenimi dolaştıktan sonra kalbimde yoğunlaşmaya başladı. Acıyı iliklerime kadar hissettim. Öylesine derinden hissediyordum ki; vücudum hiç bir şekilde kıpırdamıyor , aksine kast katı kesiliyordu. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Burada durup öylece ölmeyi bekleyemezdim!

Elimi güçlükle boynumda duran kolyeye uzattım. Her geçen saniye benim aleyhime işliyordu. Kolyeyi avuç içimde tutup gözlerimi yumdum. Bu kolyenin bambaşka bir gücü vardı. Gücü ve akımı avcumun içinde hissedebiliyordum. Fakat kolyeyi nasıl kullanacağımı bilmiyordum.

Dişlerimi birbirine bastırıp sessizce fısıldadım. "Lütfen bir mucize olsun..."

Parmak boğumlarımın arasından mavimsi bir ışık sızdığını görünce dudaklarım aralandı. Kolyeden sızan ışığa şaşkın gözlerle bakarken , ışık git gide büyüyordu.

Bir dakika! Bu şey nasıl oldu? Kolye sesimi duyuyor muydu?

Bir an o yaşlı adamın bana söyledikleri aklıma gelmişti. Bana kolyenin bende olduğunu , ama kolyeyi nasıl kullanacağımı bilmediğimi söylemişti. Fakat kolye sesimi duymuştu! Tanrı aşkına kolyeyi düşüncelerimle kontrol ediyor olabilir miydim ?

Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı. Zihnimde başka bir şey düşünmeye başladım eğer tahmin ettiğim gibi kolyeyi düşüncelerimle kontrol edebiliyorsam zihnimdeki şeyi harekete geçirecekti. Belki de bu sayede kurtulabilirdim... Zihnimi boşaltıp Dael'ın ve diğerlerinin bir an önce beni bulmasını istedim.

"Lütfen Dael ya da diğerleri beni bulsun."

Kolyenin ışığı daha da yükselip kulübenin dışına kadar yayıldığında vücudumun daha fazla bu güce ve zehirin etkisine direnemeyeceğini anlayıp gözlerimi kapattım.

O sırada bir ses duyuldu. Bana kendimi güvende hissettiren bir ses tonuydu. Çok yakınımdaydı! Bu sesi bir yerden tanıyordum. Kapanan göz kapaklarımı güçlükle kulübenin kapısının pervazına yaslanmış olan  gölgeye doğru açtım.

Oradaydı!

Gözlerimi onun ne tür bir yaratık olduğunu iyi seçebilmek için birkaç defa kırpıştırdım. Tüylerimi diken diken eden izlenme duygusuna aldırmamak için mücadele vermeye başladım. Kulübenin çevresini kuşatan mavimsi ışığa bütün dikkatimle bakıyordum. Işık birden yerini karanlığa bıraktı ve kapıdaki gölge silindi. 

Gözlerimi kaybolan gölgeyi bulabilmek için kulübenin her bir köşesinde gezdirdim. Yoktu! Gitmiş miydi?

Birden karanlığın benden uzaklaştığını hissettiğim de tanıdık iki çift göz gözlerimle buluştu. Kendimi ayağa kalkmaya zorladım ve kaçmaya yeltendim. Kollarından birini bana doğru uzattığında arkasındaki kanatlarını gördüm. Yüzünü bana doğru eğerek gözlerimin içine daha yakından ve derinden baktı. Aman tanrım bu Tom'du! Ve o bir kara kanattı!

"Sensin." Sesim titremişti.

Tom arkamda duran demir parçasını nasıl fark etmişti bilmiyorum ama fark etmiş olacak ki geriye doğru çekilip endişe dolu bir yüz ifadesiyle bana baktı.

"Sana bunu kim yaptı?"

Yattığım yerden doğrulup üzerine
doğru yıkıldığımda beni sıkıca dirseklerimden tuttu.

"Tanrım! Sen iyi misin?" diye sorarken sesinin eskisine nazaran daha yabancı ve hissiz çıktığına yemin edebilirdim.

"Ben... Beni... O zehirledi!"

Tom ciddi bir yüz ifadesiyle gözlerimin içine bakmaya devam ederken, "Kim?" diye sordu.

"Raven!"

"Raven mı?"

Güçlükle başımı salladığımda direncimi tamamen kaybetmiştim. Tom'un yüzüne kapanan göz kapaklarım sayesinde veda ederken beni kucağına almıştı...

Sonrasıysa kocaman bir boşluk.

***

"Durumu nasıl?"

"Zehir bütün vücuduna yayılmış!  Bu normal bir zehir değil Dael. Bu Em'in dönüşüm geçirmesini sağlayacak türden bir zehir."

"Nasıl yani? Onun..."

"Kanına karıştırdıkları kara kanatlardan birinin kanıyla hazırlanmış olan bir zehirdi!"

"Tanrı aşkına... Emily'i dönüştürmek istiyorlar."

Zihnimin içinde yankılanan sesler yüzünden yüzümü buruşturdum. Başım korkunç bir şekilde ağrıyordu. Havada ilaç ve kimyasalların o mide bulandıran tanıdık kokusu vardı. Odada benden başka iki kişinin daha olduğunu anlamıştım. Gözlerimi güçlükle açıp bir kaç kez kırpıştırdım ve etrafıma bakındım.

Tahminlerime göre revirdeydim. Bunu duvarda insan vücudu ile hücrelerinin kesitlerini gösteren posterler sayesinde anlamıştım. Odada şu an benim üzerinde uzandığım sedye, ilaç dolabı  posterler ve bir lavabo dışında başka hiç bir şey yoktu. 

Dael kalkmam için elini bana doğru uzattığında onu görmezden gelerek avuç içlerimi sedyenin üzerine bastırdım ve beyaz önlüklü yaşlı adama "Ne oldu bana?" diye sordum.

"Bayıldın," dedi Dael. Onunla konuşmam için lafa atıldığı her halinden belliydi.

Ayağa kalkmak için kıpırdandığım da Dael omuzlarımdan bastırdı ve beni sedyeye oturmaya zorladı. Odanın soğuğu yüzünden ellerimi kollarımda gezdirdim.

"Em hălă kendinde değilsin. Burada kal," diye emretti.

"Buraya nasıl geldim? Ben... Ben en son..." dediğimde Dael işaret parmağını dudaklarının üzerine koyup "Şşşştt!" diye bir ses çıkarttı."Nasıl geldiğinin ne önemi var. Sen iyisin! Önemli olanda bu."


"Nasıl geldiğimi merak ediyorum!  Beni kim buldu?"

"Değerleri ve ben ormanda seni arıyorduk. Ormanın sonundan, araçların üzerine kadar uzanan mavimsi bir ışık gördük ve o yöne doğru yöneldik. Sonra ışık biz kulübeye varana kadar çoktan ortadan kaybolmuştu."

Kolyenin yaydığı şu ışıktan bahsediyor olmalıydı.

"Işık fark edilecek kadar büyük ve güçlü müydü?"

"Kulübenin etrafını sarıp sana kalkan olacak kadar güçlüydü Em."

Dael elini uzatıp elimi avuçlarının arasına aldığında garip bir şekilde elini hemen benden çekti.

"Tanrım o kolye seni gerçekten koruyor! Bir çeşit kalkan gibi. Zaten bu yüzden sırtına saplanan o zehirden ve yaradan olabildiğince ucuz kurtuldun."

Cevap vermek yerine ürperdim. Gözlerim açılan kapıdan içeriye bakan Stajyer'e kaydı.

"Uyanmışsın. Ayağa kalkabilirsen eğer seni odamda bekliyor olacağım. Konuşmamız gerekiyor." Başımı onu onaylar bir şekilde salladığımda oldukça ciddi bir yüz ifadesiyle bana ve Dael'a bakıyordu.

"Yalnız gel."

VAMPİR OKULUM 2 (KARA KANATLAR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin