Bölüm 10- Yüzleşme

165 10 0
                                    


Bu bölüm Nex'in bakış açısından yazılmıştır.

Lanet olasıca!

Bütün o zamandan sonra karşıma burda çıkmak zorunda mıydı aptal velet?!

Ve Rawen....Takıntı yapabileceği onca insan arasından onu bulması beni çıldırtıyordu! Şimdi hem öfkeden köpüren Rawen'dan kaçmak, hem de insanlardan uzak bir şekilde ilerlemek zorundaydım.

Gaza biraz daha yüklendim, amacım çevre yolundan şehri terk etmekti. Ancak arka koltuktaki şahsın sessizliği aşırı derecede sinir bozucuydu, gerçi sesi de sinir bozucu olurdu.

Dikiz aynasından baktım, yüzünde sanki uzaylılarla tanışmış gibi bir ifade vardı, heh.

"Ne o? Sessizlik protestosu mu yapıyorsun Jase?"

Gözlerimiz dikiz aynasından kesiştiğinde ağlamak üzereymiş gibi göründüğünü fark ettim, konuşmayacağını düşünüyordum ama tıpkı 3 sene önce olduğu gibi beni şaşırtmayı başardı:

"Neden bunu yaptın?"

"Birkaç farklı sebep sayabilirim ama sanırım hepsinin başını Rawen çekiyor. 3 yıl önce sana yaptıklarımı öğrenseydi neler olurdu bir fikrin var mı? Benim de yok. O yüzden şansa bırakmıyorum."

"Bütün bunlar eninde sonunda bitecek, neden mantıklı davranıp beni evime götürmüyorsun?"

"Güzel deneme Jase, o kadar aptal mısın gerçekten?"

Hiçbir cevap vermeden kollarını birleştirdi, yavaşlayıp çevre yolundan önce durabileceğim son durak olan petrol ofisi alanına girdim ve mümkün olan en uzak köşeye park ettim. Jase aracın kapısına yakınlaşmıştı ama eminim ki çocuk kilidini açtığımı tahmin ediyordu.

Düşünmek için kafamı direksiyona koyup  derin bir nefes aldım, o sırada arka camdan bir tıklama sesi geldi. Kafamı kaldırınca Jase'in garip bir ifade ile cama baktığını fark ettim:

"Sakın. Deneme bile."

Bana dönüp o 'karşı koyan' bakışı yaptı, 3 yıldan beri hiç değişmemiş o bakışı.

"Ellerini falan bağlamam mı gerekiyor illa? Hayır mı? O zaman camdan uzaklaş!"

Jase koltuğun orta tarafına kayarken kafamı tekrar direksiyona koydum ve ister istemez Jase'in anısının beni götürdüğü yere gittim, 3 yıl öncesine.

Sokaklar lambalar dışındaki yerlerde ayın gümüş ışığı ile yıkanmıştı ve havada yağmur kokusu vardı. 3 arkadaş, sarhoş ve mutlu.

Bizi rahatsız eden ışıklardan kaçmak için sokak lambalarından yoksun olan daha dar sokakları turluyorduk, bu sokaklardaki ışık yokluğunun sebebi ise kimsenin burdaki eski evlerde yaşamıyor oluşuydu. Ortada hiç kimse yoktu. Köşeyi dönünceye kadar.

Tek kalmış loş, kirli sokak lambasının altındaki kısa boylu insanı fark etmemek mümkün değildi. Islanmış saçları lambanın beyaz ışığı ile çizgiler halinde parlıyordu ve yüzündeki korku ifadesi üçümüzü de harekete geçirmişti.

Hepimiz gençtik, sorunluyduk ve en kötüsü de sarhoştuk. Hepimiz tek bir beden gibi düşünerek ceplerimizden bıçaklarımızı çıkarıp, korkudan hareketsiz kalmış çocuğa yaklaşmıştık.

Arkadaşlarım iki koluna girip onu sürüklerken, ben sahipsiz evlerden birine giden yolu göstermiştim. O aptal aklımızla bunu çok eğlenceli bulmuştuk. Ağlama sesleri kulağımızdaki filtrenin dışında kalıp sokağa dökülüyordu.

İçeride gördüğümüz ilk masaya sabitlediğimiz çocuğun etrafında dönmüştük, dehşet ifadesinin tadını almak ister gibiydik, alıyorduk belki de.

En sabırsızları olarak ben, elbette önce eğlenecektim. Hiç cebime sokmadığım bıçağı koluna yaslayıp acıyana kadar bastırmıştım, kanatma niyeti olmadan.

"Söylesene, senin gibi savunmasız biri dışarıda ne yapıyordu? Hem de terk edilmiş sokaklarda? Tamamen saldırıya açık bir şekilde?"

Konuşmayınca ben devam etmiştim:

"Merak etme ama, biz senin korkunu alacağız."

Her şey bundan sonra başlamıştı aslında.

Bıçağı biraz daha bastırıp, açısını değiştirdikten sonra beyaz teninde koyu kırmızı bir çizgi oluşmuştu. Çizgi önce kalınlaşmış, sonra da masanın tahta zeminine damlamıştı.

Üçümüz birden kahkaha atmıştık. Ardından aynısını diğer koluna yapmıştık. Sonra dahiyane fikirler üretmiştik ve önce koluna bazı kelimeler kazımış, ardından karnından ve bacaklarından devam etmiştik.

Bıçağın ucunu tırnaklarına sokmuştuk, kulağında delikler açmıştık ve daha sayısız pek çok şey yapmıştık.

Finali ise en acımasız olanıydı.

Kapanış olarak ise sarhoşluğumuz azalana kadar boynuna bir kemer geçirip tam bayılma noktasına gelene kadar nefesini kesmiş ve bayılmadan önce gevşetmiştik.

Sarhoşluğumuzun bütün bu işlem sonunda azaldığını düşünürsek, en azından 5 veya 6 saat sürmüştü bütün bu işlem.

En sonunda gökyüzü kobalt rengine büründüğünde, arkadaşlarım bıçaklarını temizlemek için odadan ayrıldığında ona bakmıştım.

Beni inanılmaz derecede şaşırtan 2 şey olmuştu. İlki, henüz bayılmamış olmasıydı. Onca kan kaybı ve havasızlığa rağmen.

İkincisi ise gözgöze geldiğimizde çığlık atmaktan kısılan sesi ile bana söylediği, söyleyebildiği iki kelime:

"Umarım geberirsin."


Kafamı direksiyondan kaldırıp ani bir hareketle arka koltuğa döndüm, Jase hafifçe gerilemekten başka bir şey yapmamıştı. Bunun üzerine şüpheli bir şekilde sordum:

"3 yıl önce olanları hesaba katarsak, şu an senin...ne bileyim...panik atak falan geçiriyor olman gerekmez mi?"

"Xai."

"Xai? Oh...tabi...bana çok benziyor değil mi?"

"Bu yüzden ona alıştıktan sonra seninle yüzleşmek fazla zor olmadı."

Üst kattaki odada ona yaklaşırken resmen gözüme batan titremesini hatırlayarak küçük bir kahkaha attım:

"Demek öyle..."

"İki kardeş olarak hayat amacınızı bana acı çektirmek haline getirdiğinizi düşünüyorum."

"Rawen da mı canını yaktı?"

"Psikolojik olarak evet. Ama seninki ile kıyaslanamaz bile, elimde olsa seni çıplak ellerimle öldürürdüm."

Resmen nefret kusuyordu...Sevdim.

"Yapma ama Jasey, artık sana zarar verme niyetim yok. En azından boş yere."

Hiçbir şey söylemeden, konuşmayı kesmek istediğini belirtircesine kafasını hızlı bir şekilde cam tarafına çevirdi.

Önüme dönüp arabayı çalıştırdım.

Çevre yolu ve yeni bir şehir bizi bekliyordu.

Sosyopatın SınırlarıDonde viven las historias. Descúbrelo ahora