selamun aleykum arkadaşlar
bölüm geciktiği için hepinizden özür diliyorum. şuan ödünç bir bilgisayarla bölüm yazıyorum maalesef bilgisayarım yok :( hakkınızı heal edin...
bundan sonra düğün bölümü ve düğünden sonra da final bölümü ile hikayemizi n son iki bölümüne geldiğimizi de belirtmek istiyorum.
keyifli okumalarınız olsun inşaAllah...
selam ve dua ile...
**
Levent arabayı sahil kenarında bankların olduğu bir oturma alanına doğru yanaştırdı. Yol boyunca arabanın içinde sessiz, gergin bir bekleyiş hâkim sürmüştü. Zehra Levent'in konuşmasını bekliyordu, Levent ise dilinin çözülmesini...
Levent arabayı kaldırıma yakın bir yere park ettikten sonra " Arabada mı oturalım yoksa banka mı geçelim?" diye sordu. Sesi sıkılgan ve boğuktu.
Yaz mevsiminin sonlarına doğru geldikleri, gündüzü yağmurlu olan bu gecede hava hafif serin gibiydi. Arabada oturmak daha mantıklı görünüyordu. Yine de Zehra arabada oturmak istemediğini düşündü. Dışarıdan gelen dalga sesleri daha cazip gelmişti kulağına. Derin bir nefes alıp " Dışarı çıkalım" dedi bir solukta. Levent'in gerginliği genç kızın ruhuna da yansıyordu ister istemez.
Levent aldığı cevapla beraber aracın arka koltuğuna çevirdiği bedenini biraz eğerek koltuklarda bir şey arar gibi iki büklüm olmuştu. Zehra şaşkın bakışlarıyla izlediği adamın garip hareketlerine anlam vermeye çalışsa da bir şey anlamamıştı.
Kısa süre içinde Levent elinde açık pembe renkte, örgüden ve oldukça şık bir şalı tutarak ön koltuğa geri çevirdi bedenini. Ve elindeki şalı Zehra'ya doğru uzattı. " Ablamındı" dedi " Geçen gün arabada unutmuştu. Hava serin, üşüme diye yani... " Ve sustu. Kesik kesik konuşuyor, tam bir cümle bile kuramıyordu. Kafası o kadar doluydu ki kelimeleri toparlayıp anlamlı bir cümle kuracak kadar nizama sokamıyordu. Her şey gibi zihninin de darmadağın olduğunu hissediyordu. Onu düzene sokacak tek şey Zehra'nın sıcacık ellerinin varlığını hissetmekten başka bir şey değildi. Ve o eller şimdi o kadar uzak geliyordu ki genç adama, sanki ona ulaşana kadar ruhu bu yolda kaybolacak gibiydi.
Zehra bir süre genç adamın elinde tuttuğu şala baktı boş gözlerle. Bu telifi kabul edip etmemek arasında tereddütte kalmıştı. Bir yanı, hani bir türlü kurtulamadığı o inatçı yanı, Levent'i terslemeyi deli gibi istiyordu. Ama o ne kadar cılız çıksa da diğer yanının, Levent'in seline kapılıp gitmek için can atan yanının sesini dinlemeyi tercih etti. Ve genç adamın elinde asılı kalan şalı usulca alıp omuzlarından aşağı sarkacak şekilde bedenine örttü. Ve içinde cılız bir ses işitti; üşümesini bile istemeyen adam üzülmesine müsaade eder miydi hiç?
Arabadan inip, birkaç metre mesafelerinde kalan bir banka yan yana oturdular. Plastik bank hafif serindi. Denizden gelen dalga sesleri daha net işitilmeye başlamıştı. Seslere eşlik eden iyot kokusu yayılıyordu etrafa ve garip bir ferahlık veriyordu genç kızın gönlüne. Hafif bir rüzgâr aynı anda Zehra'nın yanaklarını okşarken görünmez yumuşak bir tüy kalbini gıdıklıyordu. Yanında sevdiği adam, karşısında sevdiği manzara vardı. Ve omuzlarından aşağı sarkan şal ile hiç bilmediği hayaller diyarına uçuyordu sanki. İçi ısınmıştı ama yanındaki genç adamın ne kadar üşüdüğünden habersizdi genç kız...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ballı Kaymak
Romance" İşine bak yalıçapkını!" diye tısladı Zehra. Bu sefer ağzından kaçmamıştı bu yakıştırma, alenen, bilerek ve üzerine basa basa söylemişti genç adama yakıştırdığı bu sıfatı. Levent ürkütücü bir ağır çekimde bedenini genç kızın olduğu tarafa çevirdi v...