TUTKUYU SELAMLAMAK

17 0 0
                                    


Şoföre arabanın anahtarlarını atıp;
- Hanımefendiyi gideceği yere kadar bırakırsın.
Arabanın camından başını uzatırken pelçemi önüne düştü. Bu garip bir şekilde hoşuma gitti. Arabadan sarkan ufak kız çocuğu gibi görünmesi fazla uzun sürmedi. Pelçemini üfleyerek iteledi, gözlerini hafif kıstı.
Çellolu kadın: Ayrılık vakti mi geldi?
Cevap vermeden düşünür gibi yapıp, onun gibi gözlerimi kısarak ona baktım.
- E artık gelmesin mi?
Sorusuna soruyla karşılık vermem hoşuna gitmedi.
Çellolu kadın: Sizin için adını bilmediğiniz birinden ayrılmak zor olmayacaktır.
Bu soruyu ne zaman soracak ya da kendisini ne zaman tanıtacak diye merakla bekliyordum. Islık çalıp yaklaşan taksiyi durdurdum.
- Bir daha ki sefere sizi hayranlıkla dinleyen insanı görmezden gelmek yerine umarım kendinizi tanıtırsınız.
Arabanın kapısını açtım, bir ayağımı içeri atıp binecekken bir şey beni durdurdu. Başımı kaldırıp hala bana arabanın camından sarkarak küçük bir kız çocuğu edasıyla bakan kadına içten bir tebessüm attım.
- Benim için çellolu kadınsın ve bu şimdilik yeterli.
Cevap vermedi, zaten bende cevap vermesini beklemedim.
Taksi ilerlerken başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım. Kahretsin! Vücudumda dokunduğu her yer karıncalaşarak kendisini belli ediyor. Nefes almak değil bu yaptığım adeta kokusunu o yokken bile içime çekmek. Belinin kıvrımı hala parmak uçlarımda hareket ediyor. Saçları hala yüzümü okşuyor gibi.
Taksici: Abim nereye gidiyoruz?
Abi mi? Başımı kaldırıp, kaşlarım havada hayretle dikiz aynasından ona baktım. Doğulu şivesi ile sordu;
Taksici: Abim bir şey mi oldu?
Yüzüme yayılan memnun tebessümü kim durdurabilirdi ki?
- Yok bir şey kardeşim. Cihangir'e gidiyoruz.
İçimden fütursuzca kahkaha atmak geliyor. İlk defa biri bana ağabey dedikten sonra ' Pardon ben erkek sanmıştım sizi' demeden, dolu dolu ağabey dedi. Ah bu dengesiz ruh halim...

Kafamı kaldırdım, apartmanda göz gezdirip ışığının yanıp yanmadığına baktım. Her zamanki gibi perdesi sıyrılmış halde olan camdan karanlık sokağa ışık yansıyor. Önceden haki yeşilinde olan tahta kapısı yerini çelik kahve bir kapıya bırakmış. Kapısını her seferinde çaldığım ritimde çaldım. Bu ritmi duyması benim olduğumu anlamasına yeterdi. Tedirginlikle gömleğimi düzeltip kendime çeki düzen verdim. Tekrar çaldım ve içeriden ayak seslerini duydum. Her zamanki gibi olan kısa kesilmiş, beyaz, fönlü saçları, siyah ve düz elbisesi ile tam bir cumhuriyet kadını edasıyla hafif beli bükülmüş halde gözlerinin içi parlayarak kapıyı açtı. Beni görünce bir anda yüzü düştü ve sorgulayıcı bakışlarla baştan aşağıya beni süzdü. Hadi ama Aysel anneanne sende mi beni tanımayacaksın? Gözlerimin içine bakıyor ama sert ifadesi hiç bozulmuyor. Sakalımı sıvazladım ve hüzünle yutkundum.
- Pardon, yanlış gelmişim.
Ama ben 15 yaşımdan beri babamdan çok seninleydim. Hiç kimse tanımasa da sen tanımalıydın beni Aysel sultan. Birkaç basamak inmiştim ki sesiyle duraksadım.
Aysel anneanne: Torunum, senin adetin değildir yanlış kapıları çalmak.
İşte bu! Koşarak yanına gidip kucakladım.
- Biliyordum! Kimse tanımasa da sen tanırdım beni!
Aysel anneanne: İndir beni deli!
İndirip omuzlarını kavradım. Biraz eğilip yüzlerimizi aynı hizaya getirdim. Kendimi tutamayıp yanaklarına öpücükler kondurdum.
- Sen mükemmel bir detaysın Aysel sultan.
Omzuma vurup tatlı sert yüz ifadesi ile elini uzattı.
Aysel anneanne: Ecnebi memleketlerinde el öpmeyi de mi unuttun?
Hemen elini avuçlarım arasına aldım. Öpüp başıma koydum. Elini önce saçlarımda sonrada büyük bir titizlikle sakalımda gezdirdi.
Aysel anneanne: Erkek olmuşsun.
- Adam oldum adam.
İnce kaşlarını çatınca anlı daha da kırıştı. Bir şey demeden arkasını dönüp içeri yürümeye başladı. Kapıyı örtüp onu takip ettim. Dar holde yanan loş ışıkta ilerlerken evdeki tanıdık kitap kokusunu içime çektim.
Aysel anneanne: Sen her zaman adamdın.
Hala avangart mobilyalar ile dolu olan salonuna girerken oturmamı işaret edip perdesini sıyırdığı camın önündeki koltuğuna yavaşça yerleşti. Gözüm televizyon ünitesindeki Selin ile olan liseden kalma fotoğrafımızda takılı kaldı. Üzerimizde lise üniforması, saçlarımız rüzgardan dağılmış, ben kahkaha atarak gülerken bana olan o yeşil bakışları...
Aysel anneanne: Hiç karşılaştınız mı?
Derin bir nefes almamla dimdik duran omuzlarım çöktü. Konu o olunca hep gözlerim böyle dolacak mı? Kalbime birikenler gözlerimden mi dışarı taşacak?
- Aysel sultan ben...
Yutkundum. Yine yeniden sadece yutkundum. Gömleğimin yakasını açıp bir kez daha nefes alırken, nefessiz kalmanın nasıl bir şey olduğunu tattım. Daha fazla içimde tutamadım kalbimden gözlerime akın edenleri. İçimi çeke çeke ağladım. 5 yıldır kaçtığım ne varsa kabullenip ağladım. Bu gece görmezden geldiğim her şey için ağladım. Sevdiğim tek kadını başkasının kollarında gördüğüm için, en çokta bana yaptığı onca şeye rağmen hala için için ondan vazgeçemediğime ağladım. Ellerimi başımın arasına alıp parkeye damlayan göz yaşlarımın sesi eşliğinde hiç ağlamadığım kadar ağladım. Elimle ağzımı kapatıp hıçkırıklarıma engel olmaya çalıştım ama nafile.
- Aysel sultan içim acıyor benim. Olmuyor! Ne yaptıysam olmuyor. Gözümün içine bakarak bir ateş koydu içime yıllar önce, sonrada bununla yaşa diyip gitti. Tamam dedim, söndürdüm ben o ateşi içimde dedim ama yok Aysel sultan. Söndürememişim... Bugün yine sever gibi baktı bana. Sanki ben hala seninim der gibi baktı kocasının elini tutarken.
İki elimle başıma vurdum. İçimde öfkeyle aşkın amansız savaşı her zerreme darbe vuruyordu. Önümde dikildi, yüzümü avuçlarının arasına aldı. Gözleri dolarken sesinin çatallaşmasını engellemek için boğazını temizledi.
Aysel anneanne: Torunum yapma böyle.
Yüzümü ovuşturup ayaklandım. Odanın içerisinde bir ileri bir geri yürürken;
- Anlamıyorum Aysel sultan, iki gün önce beni sevdiğini söylemişti. Ne değişti iki günde?
Ellerimi cebime koyup ona döndüm.
- İki günlük bir mesele değildi dimi? Söyle Aysel sultan, senin torunun o ama beni de torunun belledin sen. O yüzden yıllardır anlamadığım şu meseleyi anlat bana.
Adeta yalvarırcasına söyledim bunları. Gözlerinden yaşlar akarken titreyen eliyle benim yaşlarımı sildi.
Aysel anneanne: Ben torunumu yıllar önce kaybettim. Benim torunum sana ihanet ettiği zaman kendi ölümünü hazırladı. Yıllardır da yavaş yavaş ölüyor. Ah benim güzel yürekli torunum, sen sanıyor musun ki Selin senden sonra yaşıyor.
- Aysel sultan ne demek yaşamıyor? Gözlerimle gördüm. Doktor kocası ile toplumsal kabul edilişinin rahatlığıyla boy gösterdi tüm düğün boyunca. Hani o bahane olarak sunduğu eşcinsel ilişkinin zorluklarını barındırmayan evliliği...
Sözümü bitiremedim ve yine sadece yutkunabildim.
Aysel anneanne: Otur ve sakinleş.
Dediğini yapıp oturdum ve odanın içerisindeki yavaşça hareket edişini izledim. Yuvarlak, ahşap masanın üzerinde ki sürahiden titreyen elleriyle su koyup getirdi. Uzattığı bardağı minnetle aldım.
Koltuğuna oturup elbisesini düzeltti. Tüm asaleti ile dağılan saçlarının önünü birkaç hareketle eski haline getirdi.
Aysel anneanne: Senin içine bir parça ateş koydu ama kendisini alevler içine attı. Çok sonra fark etse de yeryüzünde cehennemi yaşadığını anladı. Sen bilmez misin onu, ölüyor olsa bile güler, mutlu rollerine bürünür.
Yeniden parlayan gözlerle bana baktı. Yüzünde gurulu bir ifadeyle;
Aysel anneanne: Güzel yürekli torunum, aynada hiç mi kendine bakmazsın sen? Ruhun gibi yakışıklı bir adam olmuşsun. Boşver geçmişini de yeni hayatının keyfini sürsene azıcık.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 30, 2017 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

MEYAWhere stories live. Discover now