bir çobanın gözlerinde bulmak seni ve kirpiklerini öpmek ağladığında

679 39 25
                                    

illion - water lily

Aniden. Birdenbire, beklenmedik olandan...
Beklemeyene: dile gelen bir dünya.
Vahiy gibi, en çok ona benziyor.
Baharın karnını öptüğüm rüya.

O yüzden "ayak"landım, yukarı ağdım.
Sana varınca ağlamam bundan...

Adını andığımda sıcak akıyor bütün nehirler.
Dünyayı dolduran, sözü olduran o.
Ve ben ne desem şimdi, benden değiller.
Hala soruyor musun bana, aşk ne demek:
O en "bir" ve "tam" olana yürümek.

Durup dururken geçmesin içinden ağlamak.
Dur, neden ağlıyorsun can'ım,
yetmez mi ikimize bir sağanak...*

"Cevizlik ve bozkırdaki ölüm kokusu, bir jetonsuz

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

"Cevizlik ve bozkırdaki ölüm kokusu, bir jetonsuz

Sıcak, çok sıcak bir yaz günüydü. Hava kararmaya yüz tutmuştu ama güneş hala öylesine kavuruyordu ki etrafı, gözlerimi kapatsam kendimi öğlen güneşinin altında hissedebilirdim. Koskocaman bir ceviz ağacının altındaydım, akşam güneşinin buram buram kavurduğu bu yer anneannemin küçücük köyüydü.

Köy dediğim bu yer bir avuç içi kadar yoktu. Her şey yaşlıydı burada; insanlar, hayvanlar, evler, soluduğumuz hava ama en çokta ruhlar yaşlıydı. Çoğu ölmeye yüz tutmuş, bazıları ise içten içten çürümeye başlamıştı. Kimsenin iki kelime edecek gücü yoktu, bir sohbet asla tarlalarla ilgili bir şeyden öteye gitmezdi.

Buradan nefret ederdim, tüm o bağnaz yaşlılardan, kavurucu güneş ve sıcak havalardan.

Köye gelmek ölüm gibiydi ama senenin geri kalanında yaşadığımız kasabada da pek bir hayat olduğunu söyleyemezdim. Köyden daha çekilebilirdi ev, bunu inkar edemezdim ama annemin iyi uykular öpücüğü vermek için yanıma usulca yanaştığı gecelerde pijamasının içinde kaybolup gitmiş o yorgun hali ve kabus gördüğü sabahlarda hiçbir şey çaktırmamaya çalışıp saçlarımı okşayarak kahvaltıya çağırması o evi, o evi içinde bulunduran kasabayı sevmemem için başlıca sebeplerdi. Annemin çok parası yoktu, bir şekilde yaşayıp giderdik, babam bizi terkedip gittikten sonra evi değiştirememiştik. İnsanlar gitse bile anılar duman gibi en gizli saklı köşelere sinerdi, annemse saçlarına kadar is kokardı. Bebek mavisi duvar kağıtlarıyla kaplı bu ev onu içten içe yer bitirirdi. Hele o kabus gördüğü gecelerin sabahında gelir sarılırdı.
"Seni çok seviyorum Chan." derdi burnunu omzuma sürterken, boyu anca oraya yeterdi çünkü. Bence benimde babam gibi gidebileceğimden çok korkardı. O yüzden dakikalarca bırakmaz, fısıldar dururdu kendi kendine. Ona sımsıkı, tüm gücümle sarılırdım çünkü her şeyden çok severdim onu.

Kasabada günler bir şekilde akar geçerdi, monotondu her şey. Orayı köyden ayıran ve yaşanılabilir kılan tek özelliği her mevsim yağmur yağıyor olmasıydı. Hem evimiz biraz pis ve genellikle serseri gençlerle dolan deniz kenarına çok yakındı. Yorucu bir çirkinliği olsa bile severdim orayı. Daha ılıman geçen yaz mevsimi hariç botlarınızı ayağınızdan çıkartamazdınız. O kapalı havayı ve her daim ciğerime dolan yosun kokusunu severdim. Yine de üzerime yapışmış bir aitsizlik hissi vardı. Buralar, hayatımın ve gençliğimin akıp gittiği tüm bu yerler hiçbir zaman varolmam gereken yerler olmamıştı. Bunu ilk farkettiğim anı çok iyi hatırlıyorum. Babam gitmişti, üzerinden çok geçmemişti. Annem babama çok aşık bir kadındı, babamın gidişi annem için tam bir yıkımdı; sekiz büyüklüğünde bir deprem, tüm kalbini kül edecek bir yangın ve onu tüm acılarıyla gömecek kadar büyük bir heyelandı. Annemi babam gitmeden önce ve sonra diye ikiye ayırmak çok kolaydı. Her zaman çok ilgili bir anneydi, babamın eksikliğini hep en az şekilde hissettirmişti bana. Yine de anlarsınız ya, annem artık çocukluğumun hatırladığım o ilk zamanlarındaki annem değildi.

beyond the steppes "chanbaekWhere stories live. Discover now