rüyaları düğümlemek ve ağlarken öpüşmek; uykuda, bir hayalle

293 31 18
                                    

"Biraz daha içinde hissedebileceğin bir şey

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

"Biraz daha içinde hissedebileceğin bir şey

Geceler bazen gündüz olmak bilmezdi. O bazı geceler düşünür dururdum, düşünmek beni için için yerdi. Tüm dünyanın yerine düşünmüş gibi hissederdim, sekiz milyarlık bir baş ağrısı ensemin tam kökünde. Yorgun argın izlerken tavanı, gecenin en derin saatinde; omuz ağrıları, sırt ağrıları, kalp ağrıları. Peşpeşe. Hepsi peşpeşe.

Bir saatin tik takları gibiydi günlerin geçişi, milim aksama yok sanardım ama uykusuz gecelerde her saniye tık takları saymaya başladığımda aslında seslerin yani zamanın çok teklediğini farkettim. Saniyeler aksadı, saniyeler dakikalara dönüştü. Dakikalar büyüdü saatler, günler oldu. Günler birbirine evrildi, aksayan zamandan nice ömürler geçti.

Tüm bu aksamalarım sebebi; günün içinde, zamanla kurulmuş düzeneğin göbeğinde, zamanın kendisinin bile lafının geçmediği kör noktalar vardı. Paslı çarkların baltalandığı ve saatin gıcırtılar içinde bazı zamanlar yavaşladığı bazen de akrebin yelkovandan hızlı döndüğü anların ucundan tuttum.

Yorgun bir hayatı yaşayan değil de yorgun hayatın ta kendisiymişim gibi zamanın içinde geçirdiğim geceler, rüyalarımın ucuna bağlı kabuslar, yüzümden eksilmeyen bir yastık izi, düşlerin ötesi.

Yorgunluğa deva olmayan uykular, bir hayal görü, bir nefeslik sürede onlarca ömür, parmak uçlarım alev alev.

Uyanamadığım gündüzler, bir ciğerime sığdırmaya çalıştığım hayaller, rüyaların kör kuyularına fenersiz daldığım seher vakitleri.

Soğuk ayaklar, kırışan gömlekler, kurumuş gözyaşları, gökten yağan jetonlar, ters tutmayı akıl edemediğim sarı şemsiye.

Saçlarımda parmaklar, kirpiklerimde dudaklar, rahatsız hastane koltuğunda kulağımda çınlayan bir bip sesi; kör noktalarda ömürler, başucumda günler geçti, ben uykularımda Baekhyun'u bulmaya devam ettim.

Doktorlar bir ambulansın arkasında; kırmızı, deriden, küçücük bir koltukta ciğerlerimin arkasına saklanan nefeslerimi sayarak gittiğim o hastane acilinde anneme stabil dediler.

Beyninde bir tümör var, durumu şuan stabil, bekleyeceğiz.

Uyanır mı?

Bir iki saate kendine gelir.

İyileşecek mi?

Bilemeyiz, zaman gösterir.

Bedenler gül kurusu renginde bir hastane çarşafında olduğundan daha kırgın gözükürmüş. En sevdiğim renk olan mavi ise hasta kıyafetinin üzerinde lanetli ve mide bulandırıcı bir koku yayarmış etrafa. Beyin tümörü bazen insanın boğazında, göğsünde ve karnında konaklayan güllelerden daha ağır olurmuş ve kafanın ardını dürter dururmuş. Serumların sonu gelmezmiş ve cerrahların randevu defterinde hiç boş bir gün bulunmazmış. Sekiz milyarlık o insan sesi eğilir bükülür ve daha kısık ama bir kulağın duyup duyabileceği en katlanılmaz ses olan acıyla alıp verilen nefeslere dönermiş. Ve insan, bazen bazı detayların aslında yüreğe nasıl acı verebildiğini bir şeyleri değiştirmeye fani gücü yetmediğinde farkedermiş. Bunu o hastane odasında birbirini kovalayan günlerin tam ortasında geri geri yürüdüğümü hissettiğim zaman öğrendim.

beyond the steppes "chanbaekWhere stories live. Discover now