düşlerden sıyrılmak sonunda; yaratılışa kavuşmak, gözyaşlarıyla

267 26 39
                                    

no land - üzüme bax

***

Sarmaşığım, güzüm, can kırığı gibi doldun içime. Kalp yaram, papatyam. Güzel yüzünde gülümseyen bir yara izi.

Benim baharım, sonbaharım.

***

Ellerimde sımsıkı tuttuğum umutlarımla ameliyathanenin önünde beklediğim üç buçuk saat boyunca bir elimde açılmamış bir paket pamuk şekeri, diğer elimde ise parmaklarıma neredeyse zamkla tutturduğum bir düş fotoğrafı vardı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Ellerimde sımsıkı tuttuğum umutlarımla ameliyathanenin önünde beklediğim üç buçuk saat boyunca bir elimde açılmamış bir paket pamuk şekeri, diğer elimde ise parmaklarıma neredeyse zamkla tutturduğum bir düş fotoğrafı vardı. Fiziksel desteğimi incecik çubuğa dolanmış pembe şekerden alırken, ruhumu siyah beyaz, bulanık ve pek bir kırık düş fotoğrafına yaslamıştım. Yani pek bir çaresizdim ama umut artık öldüren bir şey değildi. Umut beni buraya getirmişti, umut beni annemin ameliyatını pamuk şekerle beklemeye itmişti. Ve aynı umut, her şey düzeldiğinde Baekhyun'a götürecekti beni. Ameliyathanenin otomatik kapısı iki yana açıldığında, doktorun dışarı çıktığı o dört beş saniyelik zaman dilimi, hayatımda akrep ve yelkovanın en yavaş işlediği andı.

Ameliyat başarılı geçti, demişti yüzünden maskesini çıkarırken. Hastanın durumu iyi.

Geçti demişti.

Geçti.

Bitti.

Böylece, üstüme bir manto misali giydiğim kırıklardan kurtulabileceğime inanmıştım. Annem sedyeyle önümden geçirilip yoğun bakıma alınırken öylece ayakta dikilmiştim. Çünkü dünya dönüyordu ve bu sefer bunun rüyalarla hiçbir ilgisi yoktu. Dünya dönüyordu ve ben dünyadaydım. Dünyanın içindeydim, hatta doğru yerden bakılırsa dünyanın ta kendisiydim. Başım böylesine dönerken her şey bitmişti, sonunda bitmişti. O hastane koridorunda, beyaz duvarların ve dezenfektan kokusunun arasında, artık rüyaların gerçek hayata bağlandığını düşünmüştüm. Artık düşlere gerek yoktu çünkü ben sonu eve çıkan yolun tam başındaydım, ilk adımım ayağımın ucundaydı. Ortak paydanın, kesişen dünyalarımızın kıyısının, içinde yaşadığımız evrene değdiği ilk andı. Kırıklardan kurtulabileceğime inanmıştım, düşlerin ötesi, ev demeye başlayacağım yeni bir yer.

Ama o gece, annem yoğun bakımdayken, evde mavi duvar kağıtlarının ve duvarımdaki Shun ve Skyress resminin tam yanında sevinçlerimi ve tüm heyecanlarımı üstüne yamayarak daldığım uykumda tek bir rüya bile görmemiştim.

Simsiyah, deliksiz ve acı verici uykudan şafak vakti ensemde en büyük kabusum nefes alıyormuş gibi sıçrayarak uyandığımda boğazıma yapışan soluklarımla fırlayıp yola çıkmam gerektiğinin bilincindeydim. Alnımdan, sırtımdan, göğsümden, her yerimden sağanak gibi ter fışkırıyordu, ateşim fırlamış, susuzluk boğazımı yakıp kavurmuş haldeydi. Saçlarımın arasından alnıma süzülen bir ter damlası yüzüme doğru akmış, neden kayıp gittiğini bilmediğim bir gözyaşına karışmıştı. Yüreğimin tüm göğüs kafesimi dövdüğü o güneşin henüz doğmadığı sabah vakti, çenemden sarı çarşafıma damlayan o gözyaşına şaşkınlıkla bakmıştım. Ellerimle yorganımı sımsıkı tuttuğum, bir yerlerden destek almak için kendime kendi sırtımı dayadığım şafak vakti, tüm benliğimi ele geçirmiş yegane duygu ıstıraptan başka bir şey değildi. Yola çıkmalıydım. Yola çıkmalıydım. Yola çıkmalıydım.

beyond the steppes "chanbaekWhere stories live. Discover now