Bölüm 1: Geçmiş kokan mektup

2K 256 602
                                    

05.02.2016

Aşkın en doğal, en masum, en güzel ve aynı zamanda en acı veren hâli ile bağlanmıştım ben sana.

Sen bir şairin mısralara dökemediği kelimeler, bir edebiyatçının kağıtlara akıtamadığı mürekkep, bir ressamın tuvale çarptığı fırçalardan çıkan sanat eseri gibi kusursuz ve mükemmel bir detaydın. Sen yapbozdaki ana konu iken, ben kenarda köşede bulunan o önemsiz parçaydım.

Direndim. Evimin yan balkonunda, gecenin zifiri karanlığında kızarmış ve donmuş vücudumu umursamadan, odanın ışığı sönene kadar orada beklediğim zamanlara rağmen buna aşk dememek için çok direndim.

Seni düşünüp uykusuz kaldığım gecelerin sabahlarında, morarmış gözlerimi gördüğümde buna aşk dememek için çok direndim. Lakin olmadı. Yapamadım. Aklımdan geçen bu dirence kalbim ihanet etti.

Bazen öyle anlar geldi ki, seni senden daha iyi tanıdığımı fark ettim.

Okulda senden köşe bucak kaçarken duvar diplerinde gizli gizli seni izlediğim zamanlar ezberledim mimiklerini. Balkonda saklanarak seni izlediğim zamanlarda aklıma kazıdım hareketlerini.

Mesela; pilav yediğinde bir pirinç tanesi dahi bırakmadığını ve bırakırsan uğursuzluk geleceğine inandığını, sokakta ilerlerken önüne gelen taşa vurup ilerletme alışkanlığını, kitaplara olan saygını biliyordum. Hatta seni yeri gelir kitaplardan kıskanırdım. O derece aşıktın onlara.

Hatırlıyor musun?
Bir gün okul çıkışında yukarı kata çıkmıştın. Kütüphanede düzensiz gördüğün yerleri düzeltmek için. Hobi olarak yapardın bunu. Kitapları çok severdin çünkü. Üst rafları düzeltirken bir kitabı yere düşürdüğün için onu yarım saat öpüp, özür dileyip, temizlediğini. Ben hatırlıyorum mesela.

Evime geç gittiğimde olacakları bilmeme rağmen sırf seni o kütüphanede tek bırakmamak için yediğim tokatı da hatırlıyorum, lakin önemi yok. Seni görmek için çırpınan bu gözlerimin hasretini o kapı aralığında az da olsa dindirmiştim ya...

Ben bu yükü senelerdir tek taşıdım sorunlu ve hastalıklı kalbimde. Yeri geldi her gün aynı yolu kullandığımız sokakta sana olan cesaretsizliğimden dolayı o yükün altında ezildim. Görünmez oldum.

Sokağın sonundaki eskimiş sokak lambasına sor. Sor da o anlatsın sana olan aşkımı. Unutma sağ tarafta kalan yıkık dökük kaldırımlar ile konuşmayı da. Ah... Şu mavi evin karşısındaki söğüt ağacı var ya, asıl onunla konuşmazsan gönül koyar sana. Her gün evden erkenden çıkıp seni o yolda birkaç dakika daha fazla göreyim diye saklandığım söğüt ağacı... O, en çok o şahit aşkıma. Konuşmazsan, sormazsan tabi gönül koyar.

Git konuş!
Bak bakalım benim gençliğimi bulabilecek misin oralarda?
Sana olan aşkımı bulabilecek misin?
Kaç yıldır döktüğüm gözyaşlarını görebilecek misin? Git! Çünkü orada sana aşık bir kızın tam tamına dokuz senesi var. Dile kolay tam dokuz senesi...

Ben seni düşünmeye dahi kıyamazken, sen beni alev alev yaktın. Kül ettin. Benim o küllerden yeniden doğmam için senin tek bir nefesine ihtiyacım vardı oysaki. Lakin senin yaptığın tek şey sadece yangını körüklemekti.

Bu bir sitem veya bir isyan değil. Bu tam bir bilinmemezlik. Adını koyamadığım bir şey bu.
Sana kızmıyorum. Kızmaya da hakkım yok zaten.

Ben seçtim uzaktan beni hiçbir zaman görmeyen gözlerini izlemeyi. Ben seçtim uzaktan saçlarıma hiçbir zaman dokunmayan elini saçlarımda hayal etmeyi. Ben seçtim asla bana ait olmayan omzunda uykuya dalacağımı düşünmeyi.

GEÇMİŞ KOKAN MEKTUP Where stories live. Discover now