unutulmuş

135 26 35
                                    

Girmesine izin vermemesine karşın adeta ben buradayım diye bağıran güneşi kovdu.
Aydınlığı istemiyordu.
Kaynağı o olmayan hiçbir aydınlığı istemiyordu.
Hissedemezdi ki diğerlerini.
Hissetmek istemezdi.

Koyu mavi yorganını yorgun elleriyle attı üzerinden. Etrafta dünden kalma giyecek bir şeyler aradı, kahretsin ki çok düzenliydi.

Yaşlılık kokan beyaz tahta dolabını açtı. Önüne geleni özenle giydikten sonra indi aşağı.

Çıktı dışarı. Bir kez olsun haber vermeyi öğrenmeliydi ya, önemsemedi. Alışmıştı yaşlı kadın, adamın garipliklerine. Anlardı.

Bir taksiyi durdurdu, ölesiye sıcak olan havaya karşı buz gibi ruhunu eritmemek için siper edindiği kalkanı paltosunu giyerken.

Güldü insanlar.
Hep güler onlar. Gördükleri tezatlığın aşinasındandır ki; hapsedemezler içlerini, içlerine.

Fakat ne gariptir ki
Önemsemedi adam.

Yasladı kahverengi saçlarının adeta bir tül gibi döküldüğü başını, dışarıdaki dünyaya adım atmaya korkan bir bebek gibi cama.

Sıcacık ellerinde iki paket taşıyan yaşlı bir adam ki gülümsüyor görünce.

Yol yerinde dururken, terk ediyor yaşlı adamı. Oysaki giden, gerçekten kendisi midir..?

Eski bir pastane. Peri masallarının ardındaki korkudan fırlamışçasına bir toz pembe. Gülüyor genç kadın elindeki marmelatlarla dolu sahte gümüş tepsiyi konuklarına ikram ederken. Tıpkı mekanı gibi eski bir pembede olan şapkasını düzeltiyor, içeri giriyor.
Yeni umutlar için.
Yok, hayır hayır. Unutulmuş yüzler için.
Ve unutulmaya yüz tutulacak, eskinin yenisi yüzler için.

Bir sonraki durağı mavi panjürlü bir dükkan oluyor adamın.
Pala bıyıklı bir adam... Çeviriyor başını pencereye ki gözleri yansıtıyor.
Gözleri yansıtıyor adeta bir kaydırak misali iki koruma kalkanının görevini üstlenmiş iki farklı cam arasında. Unutulmuşluğu.
Yalnızlığı. Hayır, bu, yalnızlık değil.

Ve acımasız beyaz çizginin ilerlediğine karar veriyor sonunda. Kendisini de peşinde sürükleyerek, ayrılıyor oradan da.

Genç bir kızı her gün önünden geçtiği Robinson Parkı'nın bankında otururken görüyor adam.
Yalnız... ya da, gerçekten yalnız mı?
Neşeli gözüken yüzü, gerçekten ne kadar neşeli?

Her şeyden önemlisi, bunlar önemli mi..?

İndi arabadan, arkasına bile bakmadan odasına çıkarken. İnsanların içindeki unutulmuşluğa alışıktı. Fakat, herkeste olduğunu bilmezdi.

~

Yorucu bir gün olmamıştı. Her şey aynıydı.

Gittiğinden beri her şey aynıydı.
Küçük müzik kutusunun kristalleşmiş camı, hezeyanlar ve birkaç küçük değişikliğin dışında her şey...

Özlemişti, fakat ne zaman hissetse soğuğu, sanki yanında biterdi. Biliyordu, korkuyordu, fakat hasretini gideriyordu ya... Önemli olan buydu.

Sevmezdi soğuğu eskiden. Fakat şimdi, usanmadan beklediği tek konuğuydu. Gittiğinden beri...

Çalıştığı binadan ayrıldı. Yalnız başına yürümeye başladı.
Karanlık sokakta.

LalenaDonde viven las historias. Descúbrelo ahora