Part 21

3.4K 186 107
                                    

Kulağıma dolan kemençe sesleri ile kaşlarımı hafifçe çatıp, ellerimi kulaklarıma siper ettim.
Uykum hep vardı, uykum hep var, uykum hep var olacak...

"Kiz Hazan, ötti horozlar, çaliyor kemençeler, deliren Emoş sultanlar... Uyaniver da!"

Başımda bağıran, Melek'in olduğunu algıladığım sesle gözlerimi açtım. Koltukta uyuyakalmış olduğumdan, boynum tutulmuştu galiba...

"Günaydın," derken oturur konuma geçtim ve ayaklarımı, ahşap zemine yerleştirdim. Ellerimle yüzümü ovuşturdum ve bileğimdeki siyah lastik toka ile, asi saç tellerimi esir ettim.
Belime kadar gelen saçlarımı seviyordum, gerçekten seviyordum.

"Ee de haydi! İnelum da, hazir kahvalti."

Başımla onayladım ve odadan çıktık ikimizde art arda. Merdivenleri, hızlıca indiğimizde salona kurulan kahvaltı masasına baktım. Dur bakayım, kuymak mıydı o?

Melek'i boşverip, hızlıca masanın yanına geldim. "Günaydın!" Diye cıvıldarken, henüz sandalyeye oturmadan mısır ekmeğini elimde parçaladım ve kuymağa bandırıp ağzıma attım.

"Besmele ila başla yemeğa da!" Diyen anneanneme öpücük atıp, "bismillah" dedim ve yemeğe devam ettim.

Dilara, bana hiç bakma gereği duymuyordu belli ki, başını kuymaktan kaldırmamıştı bile! Aç ayı derken, haksız mıydım?

••••••••••••••••
Giydiğim kot pantolonumun üzerine, siyah gömlek giymiştim. Bu gün, şaşırtıcı bir şekilde hava fazla soğuk değildi ve mont giyersem, terleyeceğimi hissediyordum. Bunun için, dolabımda askıda duran, dizlerime kadar gelen mor hırkayı çıkarttım ve üzerime geçirdim.

Boy aynasından kendime baktım, saçlarımın arasına parmaklarımı koyup taradım ve aynadaki yansımama bir kez daha bakıp gülümsedim. Dün gece, geç saatlere kadar ağlayıp, burnu kanayan kız değildim şu anda. Şimdi, daha güçlüydüm.

"Hazan! Ağaç oldi çocuk da!" Diye bağırdı, Emoş Sultan. "Geldim, anneanne," dedim ve kenarda duran çantamı kaptığım gibi odadan çıktım.

•••••••••••••
"Öncelikle, beni nereye götürmek istersiniz Hazan Alp?" Diye sordu, Sarp gülümseyerek. Dünün konusunu bile açmamıştık dakikalardır. Arabada ikimiz de oturmuş, bir şeyler konuşmamız gerektiğinin farkındalığı ile geriliyorduk.

Annem Sarp'a, Trabzon'u gezdirebileceğimi tavsiye ettiğinde Sarp kabul etmiş, eh! Bana da kabul etmek kaldı, tabii.

Düşünceler okyanusundan çıkamadığını fark edip, hafifçe öksürdüm. "Şey, Atatürk Köşkü'ne ne dersiniz, Sarp Bey?"

"Güzel fikirmiş, sevdim..."

Bundan başka bir konuşma da geçmemişti, yol boyunca aramızda. O navigasyonu Atatürk Köşkü olarak ayarladı, ben de camdan dışarıyı izledim. Belki de bir daha göremezdim...

•••••••••••••••••
Atatürk Köşkü'ne geldiğimizde, arabadan indim ve Sarp'ın arabayı uygun bir konuma, ustaca park etmesini izledim. Araba kullanmayı da özlemedim denilemezdi.

"Hadi bakalım, girelim." Yanıma gelmiş olduğunu fark ettiğim Sarp'la, silkindim. Bir hayli dalmıştım bu sefer. Boş boş, park edilmiş arabayı izliyordum demek ki dakikalardır. Boşverip, Sarp'ın uzattığı elini tuttum ve çam ağaçları arasından, karşıda görkemini belli eden köşke baktım.

Maşuka Mahallesi (TAMAMLANDI)Where stories live. Discover now