Gerçek bir anı

185 67 17
                                    

Bir köy; ismini hatırlayamadığım bir köy. Köyün içinde küçük ve sıcacık bir kıraathane. İçerisinde ise kıraathaneden daha sıcak yaşlı bir insan; ismini unutuğum yaşlı insan.

Bu yazımda köyden ''bir köy''; kıraathaneden ''ufak kahve''; kıraathaneyi işleten, ismini
bilmediğim amcadan ise ''yaşlı insan'' diye bahsedeceğim.

İş için gittiğimiz bir köyün bu kadar sağlam bir hikaye bırakacağını asla tahmin edemiyordum. Köye girer girmez bir huzur kapladı içimi. Aldığım her nefes ayrı bir anlam taşıyordu, sanki daha önce hiç nefes almamışım gibi. Ölmüştüm ama haberim yoktu. İlk kez orada nefes almış gibiydim. Yeniden doğmuştum. İliklerime kadar hissettim havanın temizliğini...

Köye girer girmez ufak bir kahve gözüme çarptı. Duvarları yıkık dökük, ufak kahve. "Bu kahve, duvarları yıkık olmasına rağmen, nasıl başarıyor bu kadar güzel gözükmeyi?" diye sordum kendime. Cevap bulamadım.

Aldığım her nefesi hissetmeye devam ediyordum. Duman soluyordum resmen. Ayrıca hava da biraz soğuktu. Attığım her adımdan keyif alarak kahvenin içine girdim. Yaşlı insan oturuyordu bir tek. Müşteri mi? Hayır, hiç yoktu. Gözlerine ilk baktığımda anladım nasıl zor bir hayat geçirdiğini yaşlı insanın ama inanın gözlerinin içi dolu olduğu kadar mutluydu da.

Selamımı verdikten sonra hemen gözlerini ellerimdeki afişe dikti. Evet, afiş dağıtımı için girdiğim bu kıraathanede kimse yoktu. Bozuntuya vermedim ben de. Afişleri dağıtmak için izin istedim ve ardından tüm masalara tek tek dağıttım afişleri. 'Tüm masalar' dediğim dört masa var zaten içeride. Ben bunları yaparken o dikkatle beni seyrediyordu. Belki birine benzetmişti beni; belki de uzun zamandır ufak kahvesine giren tek bendim. Bilemem. Bilemiyorum da zaten...

Teşekkür edip ayrıldım o güzel yerden. Kapıyı kapatırken "Oğlum bir çayımı iç." dedi. Gülümseyerek "İşlerimi bitireyim hemen geleceğim." dedim. Fazla sürmedi de zaten işim. Civarda bir kaç kahve vardı, onlara da bıraktım
afişlerden. Hepsi güler yüzlü insanlardı ama aklım hala yaşlı insanda kalmıştı.

Diğer kahveler doluyken, ufak kahvenin niye boş olduğunu anlamış değildim. Sormak da istemedim kimseye. Yaşlı insana da soramazdım. Üzülür boş yere.

Ufak kahveye aldığım her nefesin kıymetini bilerek geri dönüyordum. Etraftaki güzellikleri fark ederek ve heyecanla geri dönüyordum. Sonunda vardım duvarları çökmüş ama içi sapasağlam olan ufak kahveye. Açtığı Karadeniz türküsü daha içeriye girmeden duyuluyordu.

Ufak kahvenin kapısını açtım ve sıcaklığı vurdu yüzüme. Alnımdan bir iki damla ter süzüldü kaşlarıma doğru. Yaşlı insana selamımı verdikten sonra, hemen montumu çıkardım. Ne fayda! Hala terliyordum fakat kapıyı da açmak istemedim.

İçeriye girdiğimden beri Karadeniz türküsünün sesi artık daha bir gür geliyordu. Yaşlı insan çayı demlerken, dayanamadım sordum: "Nerelisin ağabey?". Yaşlı insan müziğin sesini kısarak başladı anlatmaya, sesi oldukça güç çıkıyordu ve biraz titrek: "Orduluyum. Bir zamanlar birini çok sevdim takıldım peşine buraya geldim.". Sorgulamadım çünkü pişmanlık duygusunu sezmiştim sözlerinde. Sevdiği için pişman olmuş yaşlı insan aklımda fazlaca, sormaya cesaret edemediğim, soru işareti bıraktı. Belki terkettiği memleketini O'ndan daha çok seviyordu; belki de O'nun için büyük fedakarlık yapmasının ardından karşı taraftan da bir fedakarlık beklemişti yaşlı insan. Bunları bilemiyorum ama pişmandı.

Ben Karadeniz müziği ezgisinin eşliğinde düşünmeye devam ederken, getirdi ufacık bardağındaki değerli çayını. Sadece benim için demlendiğine o kadar emindim ki... Kendisi dahi içmedi çayından. Teşekkür ettim yaşlı insana. İçmeye kıyamadığım o çayı içmeye başlamıştım yaşlı insanın bakışları altında. Öyle bir bakıyordu ki sanki o da benle birlikte içiyordu çayı. Ben ise radyoya odaklanmıştım, boş boş -sanki televizyon izler gibi- radyo dinliyordum. Çekiniyordum da aynı zamanda.

Yaşlı insandan izin isteyip, dışarıya sigara içmeye çıktım. Dışarıda ise bir tek masa vardı. Kırık dökük duvara dayandırmış onu yaşlı insan. Ufak kahvenin en nostalji kokan masasıydı. Masanın halinden belliydi ne kadar eski olduğu. Aslında, masa dediğime de bakmayın. Mavi bir okul sırasıydı kıymetli çayımı koyduğum yer.

Temiz havayı tekrar hissetmeye başlamışken ben böyle bir zamanda sigara içiyordum. Bir daha zor bulacağım havada, aldığım her nefesi iliklerime kadar hissettiğim bir yerde sigara içiyordum. Saygısızlıktı yaptığım. Yarısına gelmeden söndürdüm sigarayı, çayım ise bitmişti bile.

İçeri girdim çekinerek. Önce "Ellerine sağlık." dedim; sonra cebimdeki bozuklukları bıraktım masaya. "Borcun yok." dedi kısık sesle. Israr etmeme rağmen de almadı parayı benden. Yanıma yaklaştı güçlükle, kollarımı tuttu o tarih kokan elleriyle sonra ise "Sen geldin ya, o yeter." dedi. İşte tüm her şey orada koptu bende. Gözleri dolu dolu olan yaşlı insana, hayatımda çok anlamlı bir yer kapladığı için, teşekkür ettim. Sımsıkı sarılmak istedim fakat tek yaptığım "Kolay gelsin." deyip, belki bir daha görmeyeceğim ufak kahveden çıkmak oldu.

Derin bir nefes aldım, köyün havasını daha kuvvetli solumak için. Sonra, kıymetini bildiğim yavaş adımlarla arabaya binip uzaklaştım yaşlı insandan.

Bir köy, ufak kahve ve yaşlı insan.

Asla unutmayacağım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 25, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Bir köy, Ufak kahve ve Yaşlı insan (Tek bölümlük hikaye)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin