6. Bölüm

4.1K 102 21
                                    


İçkinin zayıflattığı sinirleri, daha fazla tahammül edemeyecek gibi görünüyordu. Yavaş yavaş başka türlü düşünmeye ve kendi kendine sormaya başladı: Bu kadar ısrarın manası neydi? Bekir'in bu işten vazgeçmeyip bilakis daha fazla üstüne düşmesi, ondaki bu arzunun geçici bir heves olmadığını gösteriyordu, Bu kadar kuvvetle bir şeye sarılan bir adamın, zamanla kendini ıslah etmesi, hiç de olmayacak şey değildi. Hatta ihtimal Şakir'in, yaşadığı kirli hayata karşı duymaya başladığı nefret ve iğrenme, ona bir aile hayatı kurmak arzusunu vermişti. Bütün bunlara mukabil kendisinin ortaya sürdüğü sebepler ve itirazlar ne kadar manasızdı! Şakir'in yaptıklarım, aynı şekilde ve bu kadar ileri giderek olmasa bile, gençliğinde kendisi de yapmamış mıydı? Düşündükçe şimdiye kadar aldığı tavırları manasız bulu-yor ve kendisini de, başkalarını da boş yere sıkıntıya soktuğunu zannediyordu. Avukat Hulusi Bey de eski itirazlarında o kadar ısrar etmiyor:

"Sen bilirsin, hayırlısı ne ise o olsun!" diyordu. Adamcağız bu şehirde oturduğunu ve bu şehirden ekmek yiyeceğini unutmamak mecburiyetindeydi.

Nihayet bir gün Salâhattin Bey, işi Yusuf a açtı; bir akşam yemeğinden sonra onu bir kenara çekerek:

"Yusuf!" dedi. "Muazzez artık evlenecek çağa geldi; kendisini isteyenler de var. B^ı sana şimdiye kadar açmadım ama, sen herhalde dışarıdan duymuşsundur: Hilmi Bey'in oğlu Şakir!..

Senin bununla aranın iyi olmadığını biliyorum. Fakat mesele kardeşinin saadeti meselesidir. Evvela ben de bu işe taraftar değildim, ben de bu Şakir Bey'i pek edepsiz biri olarak tanıyordum. Fakat sözlerine itimat ettiğim birçok kimseler, onun aslında hiç de fena bir delikanlı olmadığını; yalnız, gençliğin ve bazı fena arkadaşlarının tesiriyle, biraz taşkın ve biçimsiz bir

hayat geçirdiğini söylediler. Ama şimdi; Muazzez'i istedikten sonra, herhangi bir hafifliğini gören yok. Bir çokları: 'Şaşıyoruz bu ele avuca sığmayan delikanlının nasıl böyle uslu uslu durduğuna!' diyorlar. Demek ki çocuğun mayasında iyi taraflar varmış. Sen de tabii ufak bir geçmişten dolayı bu işe karşı komazsın!"

Salâhattin Bey bu sırada Yusuf un kendisini dinlemeyerek perdenin püsküllerini saç örgüsü gibi örmekle meşgul olduğunu gördü. Canı sıkılarak derhal sözünü kesti.

Yusuf perdenin kenarını bırakıp ona döndü:

"Sen kararını vermişsin, bana bunları ne diye anlatıyorsun?" dedi. "Kızın babası sensin, onu benden çok düşünmen lazım. Bana ne?"

"Aman Yusuf, böyle söyleme! Muazzez'i benden çok senin düşündüğünü bilmez miyim? Sen ona hem ağabeylik, hem babalık yaptın. Ne yalan söyleyeyim, ona anasının bile senin kadar emeği geçmemiştir. Şimdi 'Bana ne?' filan diye ters cevaplar vermenin sırası mı? Bak, ben seninle akran gibi konuşuyor, danışıyorum. Eski hıncını filan bir tarafa bırak, bu işte bir fenalık görüyorsan söyle. Niçin bunun lakırdısını bile etmek istemiyorsun? Bildiğin bir şey mi var?"

"Bildiğim, bu Şakir'in bir it olduğudur. Böylelerine kız filan verilmez!"

"Yusuf, ben de öyle düşünüyordum. Fakat hemen kestirip atmak doğru mu ya? Herkes Şakir'in artık adamakıllı değiştiğini söylüyor."

"Neden değişti dersin?"

"Neden olacak, uslanmaya, adam olmaya niyetli de ondan!"

"Sen gene öyle zannet!"

"Ya neden uslandı?"

"Korkudan!.. Hilmi Bey'le Şakir'in sen bugünlerde nasıl dokuz doğurduklarını bir bilsen! Ben bir şeyler olduğunu seziyordum ama, pek içinden çıkamıyordum. Bereket versin Ali, biraz gözümü açtı. Baha Şakir Beygillerin bugünlerde biraz işkilli olduklarını çıtlattı. O da sağlam bir şey bilmiyor, hep şurdan hurdan duyma, ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Duyduklarımın onda biri doğru olsa, böyle bir adama değil kız, selam bile verilmez..."

Kuyucaklı YusufHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin