13.Bölüm

3.4K 99 21
                                    


Geldikleri yer, Kozak civarında, çamlar arasında bir Tahtacı köyü idi. Vakit gece yansına yaklaşmıştı. İsmail arabayı iki katlı bir kapının önünde durdurdu. Aşağı atlayarak kapıyı yumrukladı. Biraz sonra kanatlar açıldı. Uykudan gözlerini uğuşturan bir delikanlı atlan içeri avluya aldı ve yere indikten sonra bacaklannı geren Kaymakam'a şaşkın şaşkın baktı.

İsmail sordu:

"Misafirler yattılar mı?"

"Yattılar herhalda!"

"Kapıyı vur da Yusuf Ağa gelsin biraz!.."

Bu sözler üzerine hemen yukarı koşan delikanlının arkasından seslendi:

"Gel bakalım, daha önce bize ışık tut!"

Öteki bu sefer tahta merdivenleri atlayarak indi ve mehtaptan aydınlanan avlunun öbür başındaki odalardan birine girerek elinde bir çıra ile geri geldi. İki kanatlı kapının yanındaki odayı açtı; çırayı götürüp ocağa koyduktan sonra dışarı fırladı.

Kaymakam ile İsmail içeri girdiler.

Zemini toprak olan odanın bir kenarında hasırlar ve kilimler serili idi. İsmail ocağın yanında dürülü duran bir şilteyi kilimin üstüne sererek Kaymakam'a yer gösterdi ve kendisi diz çöküp hasırın üstüne oturdu.

Bu sırada içeri Yusuf girdi. Herhalde daha yatmamıştı. Çıranın ışığında yüzü sarı ve adamakıllı zayıflamış görünüyordu. Gidip babasının elini öptü. Kaymakam onu yanma oturttu ve biraz bekledikten sonra:

"Nedir bu yaptığın Yusuf?" dedi.

Sesinde ne bir şikâyet, ne bir sitem vardı. Sadece soruyor ve öğrenmek istiyordu.

"Başka çare kalmadı baba!.."

Yusuf'un sesi dümdüz ve sertti.

İkisi de sustular. Başka bir şey konuşmaya hacet kalmadığını, birbirlerini anladıklarını hissettiler.

Hasırın üzerinde diz çöken İsmail doğruldu. Kaymakam'a: "Yoruldun bey!" dedi. "Biraz acı su getireyim mi?" Kaymakam gülerek:

"Getir!" dedi.

Bu Alevi köylerinin daha geniş mezhepli, daha samimi ve daha temiz olduğunu uzun memuriyet seneleri ona öğretmişti.

Nahiye ve köyleri dolaşmaya çıktığı zamanlar buralarda kalmayı tercih ederdi. İsmail "Acı su getireyim mi?" deyinceye kadar bir "Kızılbaş" köyünde olduğunu nasıl fark etmediğine şaştı. Oğlanın açık, cesaretli ve kendine güvenen tavrından bunu anlamalıydı. Küçük bir testi içinde gelen rakıdan birazını bir toprak tasa dökerek içti. Önüne bırakılan ve bu köyün çamlarının mahsulü olan fıstıklardan birkaç tanesini ağzına attı. Midesine inen bu "acı" suyun birdenbire yorgunluğunu aldığını, tatlı bir zindelik verdiğini fark etti. Gözleri parlayarak Yusuf'a döndü: "Yarın sizi Edremit'e götüreceğim!" dedi. "Ne yapacağız Edremit'te?" "Burada ne halt edeceksiniz?"

"Zeytinlik işlerinden, tarladaki buğday satışından kalma üstümde on iki san liram var. On dörttü, birini Edremit'e, arabacıya yolladım, birini de burada bozdurdum. Ayvalık'a gidip bu para ile bir hayvan, bir de araba alacağım, işleyeceğim. Kazanırsam atlan çift yapar, belki arabayı da yaylıya çeviririm."

"Gevezelik etme... Muazzez öyle yaşamaya alışık değil... Parmak kadar kızı kime emanet edip işe gideceksin... Ayvalık'ta sana ekmek verirler mi? O şehirde Müslüman barındırdıklarını duydun mu hiç?"

"Dikili'ye giderim, İzmir'e giderim... Olmazsa Balıkesir'e giderim!"

Salâhattin Bey ikinci tası da yuvarladı; rahat bir tavırla arkasına yaslanarak Yusuf'a sordu:

Kuyucaklı YusufHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin