GİRİŞ

26.6K 1K 196
                                    

. . .

Genç adam arabasının sürücü koltuğuna yerleştiğinde yağmur şiddetini arttırmaya başlamıştı. İlkbaharın ılık bir gününe oranla kasvetli bulutlardan düşen bereket damlalarına bakınca gülümsedi. İçinde Allah'a hamd etti. Uzun bir müddet izledi damlaların yavaş yavaş eşsiz bir nizamla gökten inip arabanın camına değişini ve süzülüşünü. İki gündür yüreğine çöken kasvet bir an olsun dağılır gibi oldu. Sabah namazından hemen sonra duramamıştı yine evde. Dışarı atmıştı kendini ve istemsiz yine aynı yere vardırmıştı düşünceleri onu. Dergah'a. İki gündür uğruyordu ama ıssızdı Dergah. Sakinlerinden haber yoktu. Bahar muhabbeti diyerek dervişleri toplamış ve medrese öğrencilerini de yanına alarak gitmişlerdi. Ona haber vermedikleri için biraz gücenişti çünkü o da çok istiyordu arkadaşlarına katılmayı. Her ne kadar bu Dergah'a her geldiğinde ona can kardeşleri gibi davransalar da genç adam aslında onlardan biri olamadığının farkındaydı. Hep bir tarafa düğümlüydü. Çözemiyordu bağlı olduğu yerden kendisini. İçinde ki iplerden kurtulamıyordu. Böyle hissettiği her anda akıl hocasının ona söylediği şey gelirdi aklına; "İnsan kendini nereye ait hissederse onun yurdu orasıdır." demişti. Dergah'a geldiği ilk gündü. Henüz lisede idi o zamanlar. Ne denilmek istediğini çok sonradan anlamıştı. Nasıl tanıştıklarını hatırlayınca gülümsemeden edemedi. "Evet" dedi içinden: "Kendimi en çok ait hissettiğim yer burası." Kapsında durduğu kalın mermer duvarların ardında ki Hal Dergah'ıydı.

Hava aydınlanmıştı neredeyse ama şehir hala uykudaydı. Bu saatte ayakta olan tek mekandı Dergah çoktan gün başlamıştır bu saatlerde. "Çorbalar kaşıklanmıştır çoktan." dedi içinden. Bugün önemli bir mahkemesi vardı onun gerginliği ile baş edemiyordu için için. Kapıyı açtı bu yüzden mırıldanırken: "İnşallah dönmüştür baba."

Dergaha geldiği ilk gün hocasına baba diyenleri gördüğünde ilk olarak herkesi onun çocuğu sanmıştı. Sonradan öğrendi sandığı gibi olmadığını. Ardından o da diğerleri gibi hemen benimseyip babası bildi hocasını. Üç tane babaya sahip tek insandı herhalde. Hangisinin en gerçek olduğunu düşündü. Biyolojik babası mı? Yanında büyüyen babası mı? Onu yetiştiren babası mı? En çok yanında olmak istediği insanın babası olduğuna kanaat getirdi ardından ve onu görmek için adımlarını hızlandırdı.

Yağmur hızını arttırmıştı. Ceketinin yakasını kaldırıp elinde ki kumanda ile arabanın kapısını kilitledi. Ardında hızlı adımlarla Dergah'ın kapısından içeri girdi. Ortalık sessizdi yine. Bir an onların mutfakta olduklarını varsayıp taş zeminde hızlı adımlar atarak büyük mutfağa yöneldi. Pencereden içeri bakındı ama kimseyi göremedi. Demek dönmemişlerdi hala. Canı sıkıldı. Biri ile konuşmak istiyordu aslında konuşmaktan ziyade susmak karşısındakinin de onu anlamasını istiyordu. Onu sustuğunda anlayacak tek bir kişi vardı. Biliyordu o yüzden bu saatte buraya gelmişti.

Öğrencilerden hiçbirinin yanına telefon almamasına hayıflandı. Eğer bir haber olsaydı yanlarına gidebilirdi belki de. Hemen arka tarafta Dergah'ta ki tüm hocalarının ailelerinin kaldığı evlerden birine sormayı düşündü bir an ama sonra vazgeçti. Hem eşleri yokken hanımları rahatsız etmek yakışı kalmazdı. Mutfak kapısında beklerken çıkan gök gürültüsü ile bakışları gökyüzüne takıldı. Ardında yere birer kurşun gibi düşen dolu tanelerine baktı. "Subhanallah." dedi içinden. Ardından aklına Necip Fazıl'ın 'Bu Yağmur' şiiri geldiğinde mırıldanmadan edemedi:

"Bu yağmur kanımı boğan bir iplik,

Tenimde acısız yatan bir bıçak..."

Gökten yağan kendi içindekilerdi sanki. Dışarı vuruldu birer birer içinde ki öfke. Bir yanı rahatladı. Kimse olmasaydı bile buraya gelmek ona gelmişti. Bir kez daha bu duvarların insana sessiz bir maneviyat aşıladığını düşündü. Kapının üstünde duran Allah lafzına baktı. İnce işçiliğine bir kez daha hayran hayran bakarak. Ardından kuş çeşmesinin yağmur suları ile dolduğunu fark etti. Nisan yağmurları ile. Yılın en bereketli yağmurları ile. "Kuşlar için iyi oldu." diye geçirdi içinden. Hemen üstünde ki yeni olan hatta baktı şaşırarak. İki gün önce var mıydı diye düşündü. Yoktu. Kimse etrafta yokken kimin bunu çizdiğini düşündü. Şaşırdı. İki büyük VAV harfinin tasviri hat ile mükemmelleştirilmişti. İki VAV harfi nakşedilmişti. İkisi de birbirini tamamlayan yek bir VAV gibiydi. Gülümsemeden edemedi. "Her kim yaptıysa eline sağlık." dedi içinden. Kendisinin de bir ara yapmaya çalıştığı hat macerasını anımsadı. Yapamamıştı.

Hala bardaktan boşalırcasına yağan yağmurun dinmesini beklerken birden mutfak kapısının açılması ile o yana döndü. Kapıda bir kadın belirdi. Üzerinde eskimiş siyah bir elbise ve siyah bir başörtüsü, elinde bir tas çorba ve bir dilim ekmek vardı. Kadının sırtı dönüktü. Belli ki onu görmemişti. Şaşırmasın ve korkmasın diyerek genzini temizledi genç adam. Ardından bakışlarını hemen yere indirdi. Onu rahatsız etmemek için birkaç adım geriye giderek kadından uzaklaştı. Dervişlere ve öğrencilere yemek yapan Cemile kadın olmalıydı bu hanım. İki yetimi vardı. İkisi de Dergah'ın öğrencilerindendi. Dahası Dergah'ın oğullarıydı. Herkesin bu kadından bahsederken şefkatle bahsettiğini anımsadı. Kadının kekeme olduğunu da. Çekindiği için kimseye tek kelime edemediğinden bahsediyorlardı arkadaşları. O zaman üzülmüştü bu haline. İyi biriydi anlattıklarına göre Cemile kadın. Hem iyi olmasa bu Dergah'ta işi neydi?

Kadın şaşırdığından bir süre sessiz kaldı. Genç adam durumu izah etmek adına bakışlarını başka yöne çevirerek konuştu:

"Rahatsızlık verdiysem kusura bakmayın. Hanif babaya bakmıştım ama daha dönmemişler anlaşılan. Sizin içeride olduğunuzu bilmiyordum."

Karşı taraftan bir ses gelmeyince kekeme olduğunu için konuşmaktan çekindiğini anladı genç adam ve kadına bakmadan bakışlarını ayakucuna sabitledi. Kadının yüzünü görmese de başı ile onu onayladığını fark etti. Başka bir şey söylemedi. Kadın da öyle. İkisi de sessizce beklediler yağmur dinmesini. Biri duvarın bir köşesinde diğeri ötekinde... Az sonra yağmur şiddetini azalttığında genç adam gitmek için adım atacağı sırada kadın ondan önce davrandı. Bir iki adım atıp ona yaklaştı. Genç adam kadına bakmadan hala gözleri yerde ilk olarak onun gitmesini bekledi. Ama kadın onu şaşırtarak gitmek yerine kendisine yaklaştı. Sessiz bir şekilde elinde ki tasta bulunan çorbayı ve yarım ekmeği kapının yanında duran tahta masaya bırakarak eli ile genç adama işaret etti. Genç adam ona sunulan ikramı kadının elbisesinin kollarının açıkta bıraktığı şekillendirilmiş kına ile süslenmiş parmak uçlarını gördüğünde anladı. Ardından kadın hiçbir şey demeden hızla yanından çekip gitti. Kadın kaybolana kadar bakışlarını kaldırmadı genç adam. Birkaç dakika sonra masada ki çorbaya ve ekmeğe baktı. Acıktığını hissetti. Etrafına kısa bir bakış attı. Kimse yoktu. Cemile kadın da gitmişti. Gülümsedi. Hanif babaya kadının ikramını söyleyip kendi adına teşekkür etmesini isteyecekti. Yağmur azalmış ama damlalar halinde hala serpiştirirken genç adam tasta bulunan biraz soğumuş çorbayı içti sessizce. Ardından gitmek için ayaklandı. Kapıya doğru hızla giderken bir kez daha kuş çeşmesinin üstünde ki VAV hattına baktı:

"Secde etmek." diyerek mırıldandı tekrardan: "En sevgiliye secde etmek..."

Gülümseyerek ve geldiğinin aksine daha iyi bir ruh halinde işe gitmek için kapıya yöneldi. Arabasına bineceği sırada uzaktan adının seslenildiğini duydu:

"Zeyd!"

. . .

VAVWhere stories live. Discover now