GÖRÜŞ GÜNÜ KADINLARI

47 8 0
                                    




Korkmanız gerektiğini bildiğiniz bir şeyden korkarsınız; ama bilinmezlikten korku duymak çok başka. Ne ile karşılaşacağınızı bilememek, sonunu kestirememek, tahmin bile edememek yıpratır insanı. Bir an önce olsun bitsin istersiniz. İstediğiniz kadar hazırlıklı olun, gerçekleşip o anı yaşayıncaya kadar gene de hazır olmazsınız.

Pazar günü aynen düşündüğüm gibi, çocukları bırakıp, annemlere gidiyorum. Annem, babama anlatmamış ki çocukları getirmediğim için azar işitiyorum. Ben de anlatmıyorum. Ne kadar geç öğrenirse o kadar geç ezilirim karşısında.

İçimde bir sıkıntı var, patlayacak gibiyim. Hiç bilmediğim bir yere, beni şimdiden tedirgin eden bir ortama girme endişesi beni yiyip bitiriyor. Elimdeki o kızgın tavanın ateşi bütün vücudumu sarmış bir halde sabahı ediyorum.

Tarifle gittiğim cezaevini elimle koymuş gibi buluyorum. Çok kolay kaybolan ve yön duygusu hiç gelişmemiş birine göre, bu ya büyük bir başarı, ya da yeri gerçekten çok kolay.

Bahçesine girdiğim anda gözlerim fal taşı gibi açılıyor, kalbim bombardımana tutuluyor. Bir karmaşa, bir kıyamet, bir gürültü, sanki zamanda yolculuk yapmış ve haçlı seferlerinin ortasına düşmüş gibiyim. Her çeşit insan var. Çingeneler, sosyete görünenler, yabancı uyruklular, benim gibi sıradan görünüşlü insanlar, çocuk, yaşlı, genç demeden bağrışıyorlar ve anlıyorum ki bu bahçede herkes özlem dolu, herkes öfkeli, herkes bencil ve herkes eşit!

Aralarına karışmaya korkuyorum. Kenar kısımlarda yere oturup, önündeki küçük sergilere koydukları elişi panoları, boncuktan cüzdanları, duvar süslerini ve daha birçok değişik emeği satmaya çalışan kadınlara bakıyorum ve en köşeye çekilip bir sigara yakıyorum.

O sırada bir hengame kopuyor, çığlıklar duyuluyor, bağırış çağırışlar arasında, cezaevinin o kocaman demirden kapısına vurulan tekme ve yumrukların sesleri yankılanıyor. Paniğe kapılıyorum. Oldum olası korkarım kavgadan gürültüden. Kaçasım geliyor, kendime hakim oluyorum.

Görevliler herkesi bir seferde almak yerine, belirli sayıda insanları alarak kapıyı hemen kapattıkları için, izdiham yaratıp içeriye girmeye çalışan ve bunu başaramayan insanların gürültüsü beynimi oymaya başlıyor. Çaresizce buradan başka her yerde olmak istiyorum. "Yeteerrr! Sakin olup, sıraya girin daha kolay olur!" diye yırtınırcasına bağırmak istiyorum ama bu kalabalık gürültü arasında cesaret edip bağırsam bile, duyulmayacağını biliyorum.

İçeri girmeye çalışan insanların arasına girmeye korktuğum için, kalabalığın azalmasını bekliyorum ve en son postada içeri giriyorum. Orada bile kavga edenler var. Soyadı tutmadığı için alınmayanlar, sokulması yasak şeyler getirenler, aranmaya itiraz edenler ve aramada üzerinden bir şeyler çıkanlar. Düşünüyorum da, acaba ziyaretimizi bekleyenlerin bizi beklerken geçiremedikleri süreç mi, yoksa bizim ziyaret edebilmek için türlü eziyete katlanarak bir türlü geçiremediğimiz süreç mi daha zor? Ve suçu işleyen içerideyken, asıl ceremeyi neden biz çekiyoruz?

Çantam elimden alınıp, üzerinde numarası yazılı olan karta ait dolaba kilitlendikten sonra, kimlik kontrolüne alınıyorum ve en korktuğum an geliyor, içimden binlerce dua okuyorum. Önce kimlikteki resimle beni karşılaştırıyorlar, sonra "eşi misin?" diye soruyorlar, "evet" diyorum. Soyadınız tutmuyor dediklerinde, içim titreye titreye, dilim dolana dolana:

- İmam nikahlı eşiyim, diyorum.

Oysa kimlikte medeni hali kısmında evli yazıyor, zaten evli olan birinin nasıl imam nikahlı olabileceğine dikkat etmiyorlar. Geçiş iznini alıp, parmağım mürekkebe bulandıktan ve derin bir oh çektikten sonra, bayan gardiyanların olduğu bir bölmeye alınıyor ve iç çamaşırlarıma kadar aranıyorum. Çok utanç verici bulduğum bu aramadan sonra, kıpkırmızı bir suratla mahkumların ziyaret salonuna götürülüyorum.

Salonun kapısından bir an içeriye göz gezdiriyorum. Oldukça büyük, dikdörtgen şeklinde, bir ucundan diğer ucuna iki sıra şeklinde masalar dizilmiş ve karşılıklı, yan yana sandalyeler konulmuş. Sigara dumanı ortalığı kaplamış ve kahvehane tarzı bir görüntüsü var. Tamamını incelemeye fırsat bulamadan, ziyaretimi bekleyen kişinin telaşla yanıma koştuğunu fark ediyorum. Yanıma gelince derin bir soluk alıyor, gardiyanla tanışıklığı olduğunu belli eden bir şekilde teşekkür ediyor ve elimden tutup, masalara doğru sürüklüyor beni. Kendi koğuşundan olan mahkumların olduğu masaya geçiyoruz ve oturmadan önce sarılıyoruz. Öyle sıkı sarılıyor ki bana, nefesim kesiliyor. Ayrıldığımızda "hoş geldin bacım "diyen seslere teşekkür ediyorum utangaç bir yüzle. Kiminin eşi, kimin ailesi gelmiş ve Hüseyin'i görüyorum annesinin boynuna sarılmış halde, içim cız ediyor. O beni fark etmiyor, ben de varlığımı belli edecek bir davranışta bulunup, utandırmak istemiyorum.

İçimden geçen binlerce cümleye rağmen, kelimeler dışarı çıkacak bir yol bulamıyorlar. Hala buraya girene kadar yaşadığım eziyetin etkisi altında bocalıyorum.

- İyi görünüyorsun.

- Çok özledim seni. Geçmiyor zaman. Gelmesen yıkardım burayı. Kolay gelebildin mi?

- Kolay olmadı ama boş ver.

- Aç mısın? Bir şeyler ye.

- Yok, hayır diyorum masanın üzerine yığılmış bisküvi, çerez ve içeceklere bakarak.

- Maşallah bir eksiğiniz yok gibi.

- Yok çok şükür, Murat Abi de burada ya, zorluk çekmiyoruz. Çocuklar nasıl?

Bu kadar kısa bir muhabbette hemen çocukları sormasına şaşırıyor ve seviniyorum.

- İyiler, sizdeyiz bu ara. Onları size bıraktım ben dünden geldim.

- Annenler ne dedi?

- Valla annem şaşırmadı bile, babama zaten söylemedik.

- Keşke çocukları getirseydin. Burnumda tütüyorlar.

- Ne zamandan beri? diye kinayeyle soruyorum.

- Biliyorum, sana da çocuklara da layık olamadım ama söz, şuradan bir çıkayım, seni dünyanın en mutlu kadını yapmazsam şerefsizim.

- Avukat ne diyor?

- Bu mahkeme kesin çıkarsınız, diyor. Murat Abi en iyi avukatı tuttu. Sana şimdi biraz para vereceğim. Kirayı falan da yollayacağım. Sakın sıkıntı çekme.

- Parayı nereden buldun?

- Ben nereden bulayım be? Murat puştunun yüzünden buradayım, versin şerefsiz. Sana cep telefonu da yollayacağım, hiç yanından ayırma, burada telefonumuz olacak yakında, sık sık arayacağım seni.

- İyi de nasıl olacak, yasak değil mi?

- Kızım paran varsa kodeste bile paşa gibisin. Özlemedin mi beni hiç be?

Dudaklarıma uzanmaya çalışıyor ama bir sürü insan var etrafta rahatsız oluyorum, kızıyor:

- Bak bir sağına soluna, bize bakan var mı?

Gerçekten başımı şöyle bir çevirdiğimde, çiftlerin resmen ayaküstü sex yaptıklarını görüyor, daha çok utanıyorum. Zorla kendine çekiyor.

- Ben yanındayken asla kimseyi umursama. Kocanım lan senin. Öp beni.

Mecbur utana sıkıla öpüyorum.

İki saatlik görüşün bittiğini haber veren gardiyanların eşliğinde, çıkıyorum salondan. Kimliğimi aldıkları yerde, parmağımdaki mührü kontrol ederek geri veriyorlar.

Bahçeye çıktığımda, sanki yıllardır cezaevinde, günışığına hasret kalmış biri gibi havayı içime çekiyor ve şükrediyorum.

Umuda TutunmakWhere stories live. Discover now