Onlara, sen güldüğünde sînemde bir bahçe açtığını nasıl anlatayım ki.
Ne yapıyordum veyahut ne yapmalıydım bilmiyordum. Lakin bildiğim tek şey gitmeli idim. Herkes için, Hamza için..
Gün az önce doğmuştu. Açık mavi valizimin bozulan tekerleğini hiddetle sürükleyerek otogardan çıkmaya çalışıyordum. Otogarın çıkışında ki ilk gördüğüm banka oturdum. Yoldan geçen arabaları izliyordum. Nereye gideceğimi bilmeden bakınıyordum etrafıma. Gözüme otogardan çıkan tonton bir nene ve dede takıldı. Yavaş yavaş yürüyerek eski bir servise doğru gidiyorlardı. İşte o an karar verdim. Bende binecektim. Bu ani kararım, belki de beni hüsrana uğratacaktı. Olsundu. Ki zaten başka gidecek yerim yoktu. Bu şehirde bildiğim tek yer otogardı. Şimdiyse küçük bir servisle tahminimce bir köye gidecektim. Ben, birazdan çıldırmama neden olacak valizimle birlikte servise bindim. Şoför amcaya ;
- Bu servis nereye gider amcacım?, dedim. Adam şaşırmış gibiydi.
-Evladım bu araba Sarıca Köyü'ne gider.
-Amcam bende bu servise binsem,parasını versem olur mu?, dedim. Amca tebessümle
-Tabii kızım. Bir kaç yer boştu zaten. Mutlulukla valizimi yerleştirdim. 8-9 yaşlarında olan küçük bir çocuğun yanına oturdum. Kıvrcık saçlı, uzun kirpikli, al yanaklı bir çocuktu. Ona baktığımı fark etmiş olacak ki
-Bir şey mi diyecektin abla?, dedi. Gülümsedim.
- Çiçekler çok hoş kokar bilir misin?, aniden böyle söylemem küçük çocuğu şaşırtmıştı. Ki zaten ben olsaydım ben de deli olduğuma kanaat getirebilirdim. Daha fazla saçmalamadan ;
-Adın nedir? Ben...ben Kübra, dedim. Kübra... Bu ismi kullanmayalı pek bir vakit geçmişti. Çocuk ;
-Benim adım da Cihad'dır Kübra abla. Ama sonu t değil d olacak , dedi. Hoş, çok hoş bir ismi vardı.
-İsmin ne kadar güzelmiş öyle, dedim.
- Öyle tabii abla. Bu ismi bana rahmetli babam koyduydu. Ondan güzel. Cihad gülümsüyordu. Lâkin bu gülümsemenin acı bir gülüş olduğunu çok iyi biliyordum. Baba denilen varlığı kaybetmiş olmasamda üç cân kaybetmek bir kaç babaya bedel olabilirdi. Konuşmak istemedim bu konuyu ;
- Sen tek başına mısın? Bir büyüğün yok mu yanında?, arka tarafta yaşlı, uyuyan bir neneyi göstererek ;
-Benim nenemdir o. Şehir merkezine dayımların yanına geldiydik bir kaç iş için. Şimdi geri köye gidiyoruz., başımı salladım anladım dermişçesine. Servis hareket edeli çok olmuştu. Yolları izlemek en bir sevdiğimdi. Şimdi dedim. Şimdi yanımda Hamza, elimde defter ve sonu olmayan uzun bir yol. Lâkin bu şu anlık mümkün müydü? Hayır. Mümkün değildi. Ne yanımda Hamza'm, ne elimde defterim, ne de sonsuz bir yol vardı önümde. Sonsuz bir yol yoktu lâkin öğrendim ki bu köy çok uzaktaydı. Üç saatlik bir yol gidecektik. Cihad, uykusuna esir düşmüş ve kucağıma uzanıp uyumuştu. Ben. Bense şimdi Hamza'yı düşünüyordum. Kızmış mıdır bana? Gerçi hiç kızdığını görememiştim. Bence kızarsa sadece susardı. Benim eşim , kızabilir miydi ki? O yeşil gözleri hiddetlenir miydi? Çok özlemiştim onu. Sesini, gözlerini.. Ben de bu sessiz ortama daha fazla dayanamamış ve göz kapaklarımı kapatır olmuştum. Ki önce bir ses, sonra da büyük bir sarsılma ile Cihad'a sıkıca sarıldım.🍁 🍁 🍁
Kafamı çarpmış olacağım ki bir kaç dakika kendime gelememiştim. Ağrıyan başımı tutarak gözlerimi açtım. Cihad korkulu gözlerle bana sesleniyordu;
-Kübra abla! İyi misin?. Gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım. Küçük bir odanın içerisinde, bir sedirin üzerinde yatıyordum. Burasının bir köy evi olduğu belli idi. Cihad koşarak dışarı çıktı. Bense yerimde doğruldum. Elim alçıdaydı. İçeri otuzlu yaşlarının ortasında bir kadınla Cihad girdi. Kadın
-İyi misin? Çok teşekkür ediyirum. Uşağımı korumuşsun minibüste. Ben Cihad'ın annesi Zeynep, dedi.
-Ne demek, Cihad'a bir şey olsun istemezdim. Peki noldu da böyle oldu?, Zeynep abla;
-Sizın bindiğinuz minibüsün onüne aniden bir araba çıkmiş. Minibusün şoförü Mehmet abi de hızlı araç kullanayi. Duramamiş, çarpmiş. Seninda iki tene parmağin kirılmiş. Bir da kafan şişti. Amma Cihad'ım da hiçbir şey yok. Sen korumuşsun uşağımı, sağolasın. Kimlerdensin sen? Seni tanıyan çıkmadı köyde. Ben da buraya getirdim, dedi. Ben ne diyeceğimi bilmiyordum.
-Kimsem yok benim burada. Ben burada yaşamaya geldim. İşim de yok henüz. Zeynep abla şaşırmıştı.
-Neyse işin sonra hallolur. Sen iyıleşmeye bak da.Ha burda kal misafirim ol. Hayır diyemezdim. Çünkü gidecek başka bir yerim yoktu. Lâkin yine de içim rahat etmiyordu.
- Sizi rahatsız etmez miyim Zeynep abla. Hem eşin.., sustum. Cihad babasının vefat ettiğini söylemişti. Zeynep abla ;
-Eşim yok benim. Hem evde bir kızçe daha olsa kötü mi olur? Sen bana yoldaş olursun. İyileşte öyle git, dedi.
- Peki, dedim. Başka çarem yoktu ki zaten. Bir yıl, eğer bir yıl kalırsam geri dönebilir miydim? Belki peşimi bırakırdı o adam. Korkuyordum. O adamdan değil. Kendime ne olacağı umrumda değildi. Benim derdim Hamza ve Cân dostlarımdı. Ya onlara bir şey olursa. Ya Hamza beni affetmezse. İşte gitmenin en zor yanı buydu. Kafanda bir sürü soru işareti bırakmak müthiş zordu. Zeynep abla bana yemek getirmek için çıkmıştı odadan. Bir kaç saat baygın kalmış olduğumdan ikindi vakti gelmişti. Yavaşça kalkdım. Başım dönüyordu. Duvarlardan tutunarak kapıdan çıktım. Burayı bir katlı bir ev olarak beklerken karşıma aşağı ve yukarı çıkan merdivenler çıktı. Bu hoştu. Bana eski konakları anımsatıyordu. Belki de bir konaktı. Osmanlı konaklarına karşı bir ilgim vardı. Onları çok hoş bulurdum. Bu büyük evde Zeynep abla ve Cihad'ın tek başına yaşaması biraz garipti. Lâkin daha fazla kişi olabilirdi de. Abdest almalıydım bu yüzdendir ki lavaboyu arıyordum. Aşağıda olacağını düşündüm. Merdivenleri yavaş yavaş indim. Kavga sesleri geliyordu. Seslerin geldiği odaya girdiğimde birbirine çok benzeyen iki genç kız bir elbisenin bir ucundan biri diğeri diğer ucundan tutmuş çekiştiriyorlardı. Kapıyı açmamla ikiside gözlerini bana dikti. Zeynep abla elinde terlikle içeri girmişti ki beni fark edince gülümsedi.
-Kübra sen kusurlarına bakma. Bunlar benim ortanca ikiz uşaklarım. Hep kavga ederler da., gülümsedim.
- Tabii Zeynep ablam. Normaldir. Kardeşler hep kavga eder., kızları birbirinden ayıran tek özellik birinin yanağında sanki güzelliğine güzellik katması için konulmuş bir ben vardı. İkisi de çok güzellerdi. Masmavi gözleri ve simsiyah saçları. Gözlerini Zeynep abladan almışlardı zannımca. Kızlardan yanağında beni olan;
- Ablacım kusura bakmayasın biz seni uyuyor sanıyorduk. Ben Esma, bu da kardeşim Meryem. Geçmiş olsun, dedi. Meryem de özür dileyip geçmiş olsun dedi. Biraz sohbet ettikten sonra öğrendim ki Zeynep ablanın altı çocuğu varmış. En büyükleri Eren adında yirmili yaşlar da bir gençmiş. Lâkin şimdi şehir merkezindeymiş. Onun bir küçükleri ise liseye yeni başlamış bu iki güzel kızmış. İkizlerden sonra gelen Cihad ve bir de Büşra adında beş altı yaşlarında küçük bir kızı varmış Zeynep ablanın. Eşi rahmetli olunca şehir merkezinden köye geri gelmek durumunda kalmışlar. Bir de Zeynep ablanın annesi Asiye nine varmış. Yani bu ev kocaman bir aileyi barındırıyormuş. Hüzünlü olan yüreğim bir nebze mutluluk duymuştu. Yalnızlık öyle zordu ki böylesine kalabalık bir ailede olmak çok güzeldi. Kızlar abdest almama yardım ettiler. Başım çok ağrıdığından dolayı ayakta pek kalamıyordum. Aynaya baktığımda geçmişi hatırlamıştım. Yüzümde ki yaralarla mezuniyetime gittiğim gün. Yanımda Cân'ımdan sevdiğim insanlar vardı. Şimdiyse yüzümde ki yara daha ağırdı. Alnımda koca bir şişlik vardı. Ve bu şişlik gözüme iniyordu. Namazımı kılmış ve yemeğimi yemiştim. Cihad ve Büşra dışarıda çocuklarla oyun oynuyordu. İkizler kendi odalarındaydılar. Asiye nine cam kenarındaki sedirin üzerine oturmuş hem dışarıya bakıyor hem de tesbih çekiyordu. Gözlerim Zeynep ablayı aramıştı. Bahçeye çıktım. Üzerimde çiçekli bir elbise ve başımda gül kurusu renginde bir örtü vardı. Zeynep abla bahçede çamaşır seriyordu. Hava çok müthişti. Mevsimin ilkbahar olması ve güneşin tam batıyor oluşu bu manzara için neler verilmezdi. Zeynep ablanın yanına oturdum, manzarayı sükut ederek seyrediyordum. O ise konuşmaya başladı.
-Derdin var değıl mi? Ondan bilmeduğun yerlere geldun.
Tebessüm ettim.
-Öyle ablam. Yoksa ne işim var burada. O bir çamaşır daha asmaya devam ederken ;
- Dert biter da. Sen mutli olmağa bak. Biter değil mi? Bitmeli. Hamza'ya kavuşmalı ve bütün dertler bitmeli.
- Biter İnşaAllah, dedim Zeynep ablaya. Zeynep abla işi bitince iki fincan kahve yaptı. Tüm hayat hikayesini anlattı. Bense sadece dinledim. Eskisi gibi...Karanlık çöküp hava esmeye başlayınca;
-Haydi sen içeru geç da. İyıleşemeyeceksun sonra,dedi. Dediğini yaptım. İçeri geçtim ve yatağıma uzandım. İki çift yeşil gözü düşünüyordum. Telefonumu da kapattığımdan ulaşamıyordum. Yanlış mı yapmıştım? Ne kadar kağıt üzerinde evlenmemiş olsakta, imam nikahımız vardı. Ve bu kağıt üzeri evlilikten daha mühimdi. Eşimi bırakmış olmak büyük bir hata mıydı? Yine kalbim hüzünlenmişti. Yüzüğüme dokunmak ve içerisinde yazan Hamza yazısını okumak istiyordum. Lâkin bu da ne? Yatağımda doğruldum. Yüzük parmağım alçıdaydı. Peki ya yüzüğüm neredeydi??Bir bûse mi bir gül mü verirsin dedi gönlüm.
Bir nîm tebessümle o afet gülüverdi.
Zatî🍁
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Belki
RomanceLakin anlayamadığım şey niçin aklımda hep Cemal Süreyya 'nın Hamza şiiri yankılanıyordu.. HAMZA Büyük bir ihtimalle ölmüştük Şehir kan kıyametti ayaklarımızda Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün Hamza büt...