Endişe , Bomba ve Kuşlar...

5K 364 163
                                    

Sessiz odada dalgın bir şekilde parmağımla kanepenin kenarında tutturduğum ritimi dinliyordum. Sabahın ilk ışıkları sıvasız, toprak rengi duvarları olan odaya vuruyor ve havada dolaşan toz taneciklerini gözler önüne seriyordu.

Annem ve babamın içeri girmesi ile dikkatimi onlara verdim. Onlar da sessiz ve enerjisi çekilmiş gibiydiler. Ayağa kalkıp sakin bir sesle "Gidiyor musunuz?" diye sordum.

Babam bir gazeteciydi. Onun işi için Gazze'ye gelmiştik. Annem geldiğimiz gecenin sabahı babamla gidip bir hastanede gönüllü hemşirelik yapmaya başlamıştı.

Türkiye'de beni bırakacak kimseleri olmadığı için beni de yanlarında buralara kadar sürüklemiştiler. Şehire akşam gelmiş, gazetenin tahsis ettiği arabayla bizim için ayarlanan bu pansiyona yerleştirilmiştik.

Annem birkaç adımla küçük odada yanıma ulaştı. Buraya geldiğimizden beri gözlerini terketmeyen endişeyle ve onda hiç görmediğim ağır bir ciddiyetle "Evet gidiyoruz tatlım. Sakın dışarı çıkma. Sakın ! Bir şeyler olursa , yani...kötü şeyler hemen yere yat. Akşam dönmezsek yastığın altında konsolosluğun numarası var..." demişti ki acı bir inlemeyle lafını kestim.

"Anne ! Kes şunu. Birkaç gündür buradayız ve hiçbir şey olmadı. Her sabah bunu bana yapmayı bırak. " Ölümden bahsetmesi canımı yakıyordu.

Annem aynı ağır ciddiyetle kaşlarını çatıp "Beni dinle Armina. Yatağın altında konsolosluğun numarası var. Aşağı inip resepsiyondan ara. Seni almalarını iste. " diyince elimden aldıkları telefon aklıma geldi. Geldiğimizden beri her sabah aynı konuşmayı yaptığımız için sıkkın bir nefes verip "Anne telefonumu verseniz? Canım gerçekten sıkılıyor." dedim.

Annem kafasını olumsuz anlamda sallayıp "Olmaz canım. Daha önce konuştuk. Buradan gidene kadar telefon yok." dedi.

Anlam veremiyordum. Dışarıda her ne oluyorsa görmemden korkuyorlardı. Bu pansiyonda televizyon yoktu ve telefonuma el konulmuştu. Kısaca dünyadan habersizdim. Ve dışarıda ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu.

İsrail ve Gazze arasında sorunlar ve çatışmalar çıktığını biliyordum. Daha önceden Mavi Marmara olaylarında çokça duymuştum. Ama sorunun ne olduğunu ve ne derece kötü olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim kötü şeyler olduğuydu.

Hiç iyi şeyler olmuyordu. Bunu akşam pansiyona dönen annem ve babamın kanı çekilmiş suratlarından anlıyordum. Akşam yatağa girdiğimiz zaman annemlerin yattığı odadan gelen hıçkırık ve dua seslerinden anlıyordum.

Dışarda her ne ile karşılaşıyorsalar bu, hiç de iyi bir şey değildi. Etkilenmemem için benden gizliyorlardı. Pansiyondan çıkmam yasaktı. Bulunduğumuz yerin koordinatları konsolosluğa verilmişti ve güvendeydik. Zira başımıza bir şey gelmesi durumunda bu iki devlet arasında büyük bir soruna yol açardı.

Pansiyonumuzun bulunduğu yer genelde gazeteci ve muhabirlerin kaldığı bir yer olduğu için yakınımızda pek bir şey olmuyordu. Sadece bazen yer sarsılıyordu. Alt katta olduğumuz için pencereden de bir şey gözükmüyordu. Sanırım bu çatışmaların neden olduğu bir sarsıntıydı.

Babam da yanağımdan öperken suratından pişmanlık akıyordu. Beni buraya, bu cehennemin ortasına getirdiği için pişman olduğunu görebiliyordum. İki ülke arasında savaş çıkmış olabilirdi. Ama bu en fazla askeri bir şey olmalıydı. Üstelik biz yabancı ülkeden geldiğimiz için bize dokunamazlardı. Yani en kötü ne olabilirdi ki?

Babam boynuna fotoğraf makinesini asıp "Press" yazılı yeleğini aldı. Sonra beni burada bırakırken içlerinin rahat etmediğini anlatan kararsız bir bakış atıp çıktılar.

İNTİKAM; Gazze'nin KuşlarıDove le storie prendono vita. Scoprilo ora