32; 横浜市

9.2K 962 1.6K
                                    

bu kısmı okumadan geçmeyin lütfen :') öncelikle bu bölüm 7k kelime, ne zamandır şöyle uzun bir bölüm yazamıyordum o yüzden şu an içim çok rahat, yorumlarınızı eksik etmeyin :') onun dışında, finale çok az kaldı ve ben bu kurguyu bitirmeye hazır hissetmiyorum, o yüzden de her hafta bölüm yetiştirmem lazım telaşıyla, yazmayı böylesine sevdiğim bir hikaye güme gitsin istemiyorum. karakterlere ve size hak ettiğiniz son bölümleri yazabilmek için oturup güzel güzel vakit harcamak istiyorum ki bu da bir haftada olacak bir şey değil, bu sebeple de artık önümüzdeki birkaç bölüm her hafta gelmeyecek. sinirlenip hikayeyi okumayı bırakanlar elbette olacaktır ama ben size saygı duyup asla bölümsüz bırakmadım, şimdi aynı saygıyı sizden bekliyorum. son demleri güzel geçsin. 

iyi okumalar, mika out

_________________________________


   

 "Jimin, sakinleş."

Uçağa binmek üzere etrafımızda yolcu kafilesiyle beraber sırada beklerken Yoongi'nin kurabildiği tek cümle buydu: Jimin, sakinleş. Söylemesi kolaydı, cidden. Taehyung konu Japonya olduğunda hala geçmişte olanları aşabilmiş değildi. Oraya geldiğinde bize ayak bağı olmayacağının, belki de sonuna ulaşmayı başardığımız bu görevi mahvetmeyeceğinin garantisi yoktu. Taehyung kitapların hayranı değildi, ona Yoongi'nin asıl kimliğini, tüm bu zaman boyunca yaşadıklarımızı nasıl anlatır, nasıl açıklardım?

Yoongi kimliklerimizi ve biletlerimizi sıkıca tuttuğum elimden alıp görevliye uzattığında az da olsa kendime gelebilmiş, kapılardan geçtiğimiz an "Hyung," diye fısıldamıştım çaresizce. Boştaki eli kendi tarafındaki elimi sımsıkı tutmuştu. "Taehyung'a engel olmam lazım."

"Diğerini ara."

Gözlerim hafifçe irileşirken yürümeyi kesmiştim, arkamdan gelen yolcular onlara engel olduğum için rahatsızlıklarını dile getirirken Yoongi beni uçağa doğru çekiştirmeye başladı; boştaki elim telefonumun ekranıyla uğraşıyor, parmaklarım rehberde Jungkook'un adını arıyordu. Uçak kalkmadan bu işi halletmem gerekiyordu yoksa Tokyo'ya gidene kadar ikisine de ulaşamayacak ve Japonya'ya gelmelerini engelleyemeyecektim. Uçuşta geçecek olan iki saatte Taehyung çoktan bilet bulup hazırlanmaya başlamış olurdu.

"Hyung?" diye açtı Jungkook telefonu, sesine panik kırıntıları bulaşmıştı. "Hyung, Tae'yi zor tutuyorum."

Uçağa bindik, Yoongi koltuklarımıza ilerlerken de koridorda yürümeme yardımcı olmuştu. "Jungkook, onu dinleme. Kötü bir şey olmuyor, sakın gelmeyin."

"Japonya'ya gidiyorsun!" diye yükseltti sesini küçüğüm. "Ne demek kötü bir şey olmuyor?"

"Jungkook çukura gitmiyorum!" diye tısladım, uçağın koridoru kalabalık olduğu için bana yakın olan yolcular söylediklerimi duymuş, bazıları merakla ve bazıları da onaylamaz bakışlarla bana bakmıştı. Kendi koltuklarımızın olduğu sıraya geldiğimiz an Yoongi beni o daracık alanda cam kenarına doğru itti, ben yerime geçmeye çalışırken o da üçlünün orta koltuğuna oturmuştu. "Yanımda Yoongi var, saçmalamayın."

Jungkook bir şey diyemeden hattın diğer ucunda Taehyung belirmişti. "Yoongi hyung'u telefona ver.

"Bana inanmıyor musun?" diye sordum dehşet içinde. Yolcular yerlerine yerleşirken hostesler onlara yardımcı oluyordu ve tam o anda uçağın içinde bir anons yapıldı, kaderin en büyük cilvesi olacak şekilde de Taehyung bu anonsu duydu. "İnanmıyorum." dedi acımadan. "Geçen sefer giderken de iyiyim, demiştin. İyiyim, deyip uçağın kalkıyor diye kapatmıştın telefonu, sonra altı ay haber alamadım senden."

a priori // yoonminWhere stories live. Discover now