33; miracle aligner

8.4K 953 2K
                                    

 Seni toy, saf çocuk.

Ayaklarımın beni çukurun dışına sürüklemesine izin verdim, dışarıdaki yağmur fırtınası gün içindeki en korkunç halini almış gibiydi, yalnızca bir dakika önce dışarıda olduğum halde farkı hissedebiliyordum. Zihinsel fonksiyonlarım durmuşken biyolojik fonksiyonlarım beş katı bir güçle çalışmaya başlamıştı sanki, kaldırımda yürürken en ufak şeye tepki veriyor, sahip olduğum azıcık dikkatin de elimden kayıp gitmesine izin veriyordum. Başa çıkma mekanizmam böyle çalışıyor olmalıydı, neler olup bittiğini dikkatle izlemek ve gözlerimi kırptığım an her şeyi unutuvermek. Kaldırımın yanındaki binanın mavi olduğunu görmüştüm, ama köşeyi döndüğüm an yanından geçtiğim şeyin ne olduğunu unutmuştum.

Her şey üstüme geliyordu.

Telefonum yumruk yaptığım elimin içindeydi, adımlarım hızlıydı. Ne kadar sürdü yürüyüşüm bilmiyordum ama en sonunda vardığım yer deniz kenarı olmuştu, kıyıya çarpan dalgalar ruh halimi oldukça başarılı bir şekilde temsil ediyordu. Ağlamadım, sinirlenmedim, kıskanmadım. Ne hissettim bilmiyordum, hayatımda ilk defa böyle bir şey hissediyordum.

Tsuki'yle olan durumdan farklıydı bu seferki. O zaman Yoongi'ye hesap bile sormamıştım ama şimdi Yoongi beni bile isteye alevlerine kurban etmişti.

Denizi izlemek üzere olduğum yerde dikiliyordum, yağmurdan kaçan insanlar yanımdan hızlı bir şekilde geçerken ben öylece durmuş, bana laf anlatmaya çalışan dalgalara bakıyordum. İçimde bana ait olmayan o ses yine Yoongi'nin bir açıklaması vardır, diye teselli ediyordu beni ama onun bile fark etmediği şey şuydu; ben, Yoongi gidince ne yapacağım diye düşünürken Yoongi'nin açıklama yapmak zorunda kalacağı davranışlarda bulunmasından yorulmuştum.

O an denize düşsem sağ çıkmazdım ama ben çoktan Yoongi'nin yangınlarında boğulmuştum.

Telefonum çaldı, açmadım. Yine çaldı, yine cevaplamadım; elimi kaldırıp ekranda yazan isme bile bakmadım. Kalbim ağrıyordu, kalbimin duvarları sızlıyordu. Aklıma Lizzie geldi, burada ne kadar oyalanırsam oyalanayım en sonunda çukura geri dönüp ilacımı içmem gerekiyordu. Yoongi'nin Ida noona'yı götürdüğü odaya gidip, ilacımı içmem gerekiyordu.

Telefonum yeniden çaldığında iç geçirdim, tam o an bir kadın sesi "Seni merak edenler var." dedi hemen sağ tarafımdan. Bakışlarım yavaşça o yana döndü, üstünü kapattığı tezgahında kimsenin ilgilenmediği çiçeklerini satmaya çalışan bir kadın vardı. Üzgün bakışları üzerimdeydi, sanırım beni de tezgahında solmaya yüz tutmuş çiçeklerine benzetmişti. Bense özünü emmek için yapraklarından çekilen sarı bir hanımeli gibi hissediyordum, beni koparan kişi en sonunda kullanılmayacak olduğumu fark etmiş ve beni öylece yere atıp üstüme basmıştı sanki. "Açsana."

Yenilenen arama Taehyung'dan geliyordu, ıslandığı için bozulacağına emin olduğum telefonumu kulağıma yasladım. "Efendim?"

"Jimin!" dedi rahat bir nefes alarak. "Çok merak ettim, keşke inince arasaydın."

"Özür dilerim." diye karşılık verdim.

Birkaç saniye boyunca sessiz kaldı, benim tarafımdan gelen sesleri dinlediğini biliyordum. "Dışarıda mısın?" diye sordu yumuşak bir sesle, ruh halimi anında anlamış gibiydi. Japonya'da olduğumu biliyorken benimle böyle düşünceli bir ses tonuyla konuşmasının başka bir sebebi olamazdı. "Yoongi hyung nerede?"

"Dışarıdayım." diye onayladım. "Yoongi beni beklemedi."

Taehyung yine sessiz kalınca, duraksamadan devam ettim. "Ben beklemiştim." dedim. "Yoongi Hope'un hayatta olma umuduna tutunup beni Daegu sokaklarında yalnız bıraktığında, ben onu yağmurun altında saatlerce bekledim." Burnumu çektim, hissettiğim şeye en sonunda bir isim bulmuştum ve bu hissi en başında içime yerleştiren kişi Taehyung olduğu için onunla konuşmaya başladığım an gözyaşlarımın önüne geçememiştim. "Peki şimdi ben Namjoon-ie hyung'un hayatta olma umuduna tutununca, Yoongi beni neden beklemedi?"

a priori // yoonminWhere stories live. Discover now