Bölüm 3

102 18 12
                                    

Gözlerimi açtığımda, bana bakan bir çift yeşil gözle karşılaştım. Oldukça bulanıktı. Yavaş yavaş doğruldum sırtım gerçekten çok acıyordu. Bana uzatılan eli tutup ayağa kalktım.

"Kimsin sen?"

"Adım Lana. Sonra teşekkür edersin, akrabaları gelmeden gitmeliyiz. Güvenli bir yer biliyorum, yürüyebilir misin?"

"Sanırım evet."

Gitmeden, bir an durdum ve arkama baktım. Jessica'nın soluk yüzü oradaydı. Nasıl bu kadar zayıf olabilmiştim? Oysa Dean beni uyarmıştı. Bu görevi yerine getirip getiremeyecegimden artık emin değildim.

"Senin de bir yaratık olmadığını nereden bileceğim?"

"Bilemezsin. Bende bilmiyorum. Ama onlardan birinin tuzağına düştüysen kuralları bilmiyorsun demektir. Kuralları bilmiyorsan, buraya ait değilsindir."

"Sen neden bahsediyorsun?"

"Bak çok uzun zamandır burada değilim ama birbirleriyle değil bizlerle -yani buraya ait olmayanlarla- uğraştıklarını biliyorum. Ve kendini suçlama, burası onların evi. Zayıf noktanı biliyorlardı, bende yaşadım."

"Bak, gerçekten teşekkür ederim. Beni kurtardın, minnettarım ama seninle gelemem. Bir amaç için buradayım ve güneş doğana kadar şelaleyi bulmak zorundayım. "

"Sen çıkış yolunu biliyorsun... Tanrım, şükürler olsun! Sen o olmalısın!"

Bu kız kimdi? Buraya nasıl gelmişti? Onun gibi başkaları da mi vardı yoksa? Burası nasıl bir yerdi böyle, bir an önce çıkmak istiyordum artık.  Çıkmak ve bir daha asla dönmemek. Ne olursa olsun.

Ona hicbir şey söylememiştim, kim olduğunu bile. Ama nasıl anlamıştı geçidi bildigimi?

"O?"

"Sen daha önce buradan çıkmayı başaran o Winchester'sın değil mi?"

"Evet ben Winchester'ım, ama bahsettiğin ağabeyim Dean. Ama sen bunu nereden biliyorsun?"

"Burada ünlüsűnüz. Duyduklarımı ve öğrendiklerimi birleştirdiğimde Araf'ı siz kurmuşsunuz gibi hissediyordum. "

Bu beni gerçekten güldürmüştü. Haksız sayılmazdı aslında, onları öldürürken nereye gittiklerini hiç düşünmüyorduk ama gün gelip devran dönüyordu işte. Şimdi de ben onları rahatsız ediyorsun ve beni öldürmek için bir bahis bile açmış olabilirlerdi.

"Seni oraya götürebilirim. Yolu biliyorum."

Bu söylediğime tüm dikkatimi ona vermiştim.

"Ama bir şartla...."

"Nedir?"

"Beni buradan çıkaracaksın Sam Winchester. Sonra sen yoluna, ben yoluma."

"Sana adımı söylediğimi hatırlamıyorum?"

"Ünlü olan sadece ağabeyin değil. Var mısın?"

Cesur bir kızdı, iri yeşil gözlerinde tereddütten eser yoktu. Peki onu buraya getiren neydi? Ve ben ona geçidin sadece bir kişi için olacağını söyleyecek miydim?

"Bayanlar önden."

Gece çökmek üzereydi. Bir ağacın dibine oturup, ateş yaktık. Çatırdayan turuncu aleve bakan gözleri dalgındı.

"Buraya nasıl geldin Lana?" Anladığım kadarıyla doğa üstü şeylerle ilgilisin ama burası senin için uygun değil ve benim bildiğim bir giriş yolu var."

"Doğduğum kasabada bazı şeyler oluyordu. Insanlar kayboluyor,  cinayet görünümlü ölümler oluyordu. Ben gazeteciyim, bir araştırma üstündeydim. Kasabanın biraz dışında bir çiftlikte birkaç garip adam gördüm ve saklanıp onları izledim. Ellerinde bir şey vardı, parlak yeşil bir taş. Ona 'Kripto' diyorlardı. Dolandırdıkları insanlar değişiyordu. Gözleri o taşın renginde parlıyordu ce ortadan kayboluyorlardı. Teleport gibi. O kadar çok kişi vardı ki, onlara neler yapabileceklerini tahmin bile edemiyordum. Bir şey arıyorlardı ama ne olduğunu bilmiyordum. Geri dönüp bunu polislere anlatmaya çalıştım ama beni dinlemediler. Bana deli gözüyle baktılar."

"Seni buraya onlar mi gönderdi yani?"

"Hayır. Bir kaza oldu. Ben bana güvenen bir arkadaşımı alıp çiftliğe geri döndüm onun bazı güçleri var, yardımı olabilir diye düşündüm ama bizi yakaladılar ve ona gözlerimin önünde işkence ettiler. Bir şekilde ben ellerinden kurtuldum, ya da öyle düşünüyordum. Hepsi planın bir parçasıymış."

"Ne planı?"

"Kendileri insan veya yaratık formunda olmadıkları için geçidi bulamıyorlardı bu yüzden de insanları kullanıp onları buraya bir şey bulmaya gönderdiklerini anladım. Bende onlardan biriyim. Giden hiç kimsenin neden eri dönmediğini buraya gelince öğrendim. Çünkü giren kimse burada sağ kalacak ve onlara istediklerini getirecek kadar uzun yaşamıyordu."

Anlattıkları beni dehşete düşürüyordu. Her kelimesi monde ayrı bir karışıyordum. Insan ya da doğa üstü bir şey değillerse neydi onlar? Aklıma gelen seçenekler beni bile ürkütmüştü ve daha önemlisi Araf'tan ne isteyebilirlerdi ki?

"Onların ne istediğini biliyor musun?"

"Evet. Işte... Aradıkları şey bu."

Buna inanamıyordum. Lana benim bulmam gereken şeyi bulmuştu. Elindeki parlak kristale baktım, içinde gri mavi ışıklar yanıp sönüyor gibi görünüyordu. Onu almak zorundaydım ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Içimden bir ses doğruyu söylemem gerektiğini haykırıyordu ama bu hiç kolay olmayacaktı. Buna emindim.

"Araf'ın Kalbi"

"Ne olduğunu biliyor musun? Ne işe yaradığını?"

"Evet, hemde çok iyi biliyorum."

"Beni de aydınlat lütfen. Bu lanet şeyi bulduğum günden beri beynimdeki sesler beni öldürüyor. Uyuamıyorum."

"Bir sorunumuz var ve sanırım bunu konuşmalıyız Lana. Ama bana güvenmek zorundasın."

"Tek istediğim buradan defolup gitmek ve bir daha da asla ama asla dönmemek. "

"Seni buradan çıkarabilirim ama o şeyi bana vermen gerekiyor. Dünya'nın geleceği buna bağlı. Anlıyor musun?"

"Bunu yapamam. Seni öldüremem gerekse bile umurumda değıl, ona dokunamazsın Winchester."

Harika, bir bu eksikti. Şimdi ona söyleyeceklerimi kaldırabilecek miydi acaba? Az önce sert bir tehditle karşılaşmıştım, göründüğünden farklı bir amacı olduğunu düşünüyordum. Ateşi söndürmek için üstüne biraz toprak attı ve ifadesizce yüzüme baktı.

"Gitmeliyiz, çok yolumuz kalmadı ama en tehlikeli bölgeye gireceğiz o yüzden arkanı kollasan iyi edersin."

Sanki bir terslik olduğunu anlamış gibiydi. Bir süre sadece yürüdük, hiçbir şey söylememişti. Ben ise nereden başlayacağımı bilmiyordum. Tam konuşmak için kendimi hatırlamıştım ki, garip bir ses duydum. Çok yakındaydı, hemen Lana'yı bir ağacın arkasına çekip elimi ağzına yerleştirdim. Yüzü küçüktü ve elim neredeyse yarısını kaplamıştı.

"Sshh, buradalar."

KARANLIK T'ARAFWhere stories live. Discover now