5.3

2.3K 425 163
                                    

[story.]

Sol tarafımda bir hareketlilik hissedene kadar uyuduğumun farkında değildim.

Gözlerimi açtığımda Donghyuck tam solumda oturuyordu, üzerindeki montu çıkarıyordu. Koltuğun tam karşısındaki şöminedeki odunlar yeni yanmıştı. Oda aydınlanırken görebildiğim yerler kısıtlıydı, boynumu çeviremiyordum, o kadar gücüm yoktu.

"Ne zamandır uyuyorum?"

Donghyuck montunu yere atıp ne zaman getirdiğini anlamadığım iki yastığın birini kendi yerine koyarken bana baktı. "10 dakika falan oldu," dedikten sonra eli birden yüzüme uzandı. Yasladığım sol yanağımın altından elini geçirip saçlarıma yol aldı ve başımı kaldırarak altına soğuk yastığı yerleştirdi.

Teşekkür bile edemeyecek kadar yorgundum.

Alevlerin sıcaklığı yeni yeni vücuduma ulaşırken Donghyuck tüylü, kahverengi bir battaniyeyi üzerimize örterek sonunda soluma sırt üstü uzandı. Bedenim çoktan ona dönük olduğundan rahatlıkla görebildiğim yüzü yorgundu. Dudağındaki yara kabuk tutmuş, elmacık kemiği morarmaya yüz tutmuştu.

"İyi misin?"

Fısıldarcasına sorduğumda bana baktı. Bedenini tamamen bana çevirip battaniyeyi biraz daha omuzlarına doğru çekerken ısınıyordum. Gözlerim yüzünde gezinirken içim ısınıyordu. Onunla olmak güzeldi.

Donghyuck karşımda uzanıyordu, şömine ışığı ve sıcaklığı bize vuruyordu, derinden dalgaların, yağmurun ve rüzgarın sesi duyuluyordu. Her şey harikaydı. Donghyuck harikaydı.

"İyiyim," dedi o da fısıldarcasına. Gözleri sadece gözlerime bakıyordu, başka bir şeyle ilgilenmiyordu.

"Yüzün acıyor mu?" Bir anlık cesaretle ve artık tükenmek üzere olan enerjimle elimi sol yanağının üzerine koydum. Soğuk parmaklarımın altında kalan sıcacık teni bile beni heyecanlandırırken işaret parmağımla morarmaya yüz tutmuş elmacık kemiğine hafifçe dokundum.

"Yüzüm acımıyor." Donghyuck sol eliyle yanağında duran sağ elimi kavradığında artık düşünmeyi bırakmıştım. Donghyuck yanağındaki elimi alıp kaldırdı ve kalbinin olduğu yere, göğsünün biraz üstüne koydu. Kahverengi gözleri karanlıkta gözlerimin içine dalarken nefesim kesildi. "Ama burası acıyor hyung."

Kalbimin birisi için bu deli gibi atmaya başladığını ilk o zaman hissettim.

"İyileşir mi?"

Donghyuck bana buruk bir gülümseme bıraktı. Elimin üzerindeki parmaklarıyla elimi tamamen tuttu. "Kalp iyileşmez Mark. Sadece acıya alışır."

Yüzünde kızıl alevler dans ederken o kadar güzel, o kadar nefes kesiciydi ki bilincimi kaybetmek istemiyordum. Bu geceyi uykuyla harcamak istemiyordum. Onu izlemek istiyordum, sadece nefes alırken, sadece uyurken.

"Seni seviyorum," dedim çaresizce fısıldayarak. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum fakat o yaşları geri göndermek için gücümü toplayamıyordum. "Seni kaybetmek istemiyorum."

Donghyuck bana yaklaştı, nefesini yüzümde hissedebileceğim kadar yaklaştı ve sol kolunu boynuma dolayıp elini saçlarımın içine daldırdı. Ben de kolumu onun beline atıp elimi sırtına yerleştirirken ona son kez baktım. Bana bakıyordu, doğrudan. Nefesini dudaklarıma üflüyordu. Bedeninin sıcaklığı beni kavuruyordu.

Çaresizdim. Onu çaresizce seviyordum ve bu aşk, imkansızdı. Klasik bir platonik sevgi değildi bu imkansızlık. O beni sevse bile polisler vardı, üzerimde uygulayacakları deneyler vardı ve beni ölüme sürükleyeceklerdi. Donghyuck'a bildiklerini unutması için ne yaparlardı bilmiyordum bile. Ve eninde sonunda ayrılmamız gerekicekti.

Bu yüzden yapabiliyorken tekrarladım: "Seni seviyorum."

nuitmanWhere stories live. Discover now