-Sevişmek-

109K 2.6K 1K
                                    


Soğuk, tenimin çıplak kısımlarını oyuyordu.

Bir iğnenin deliğinden geçirilen soğuk sözcükler dudaklarımı birbirine dikmişti sanki.

Başta birkaç kez aralandıysa da dudaklarım, şahin bakışlı adam bedenime dâir tüm ayrıntıları didik didik ettiğinden ötürü köşeye sıkışan bir kedi gibi hissetmiştim. Konuşmak ansızın karmaşık bir bulmacadan farksız görünmüştü.

Sahi kapıyı yüzüne çarpmak için daha neyi bekliyordum!

Tabi ya, kızgın bir yoğunluğun nüksettiği koyu gözleri beni kımıldamamaya itiyordu.

Kibirli bir hareketle elinin sırtıyla omzuma dokunup beni geri iterken, salonuma daldığında arkasından sadece bakmıştım. Zeminde tok sesler bırakan kaliteli ayakkabılarıyla orta yerde dikildiğinde eski evimde çok başka bir ayrıntı gibi duruyordu. Dün geceki serseri ve her ortama ayak uydurabilecek adam gitmiş, yerini bu takım elbiseli adam almıştı. Ait olmadığı çok belliydi. Onun iri ve uzun bedeninde benim evim oldukça küçük ve ezik kalıyordu ama bu kimin umurunda ki?

"Evime o ayakkabılarla giremezsin." Dedim zavallı bir tonda. Beni dinlemeyeceğini daha ilk saniyede alayla havalanan kalın kaşlardan anlamıştım.

"Buraya ev mi diyorsun?"Gür kirpikleri arasında kıstığı gözleri yıpranmış duvar boyasında ve su aldığı için sararmaya yüz tutan beyaz tavanımda dolandı. En azından bir zamanlar beyazdı.

"Lüffen, gider misin?" İsteğimi sinirli bir şekilde belirttiğim an karşılığını vermişti. "Sözünü tutacaksan neden olmasın." Gözleri evimin her santimini burun kıvırarak izlemeye devam ediyordu. Fakat mahçup falan değildim, üzerine oturan takımının parasıyla muhtemelen iki ay gecikmiş ev kiram artı gelecek aylarınkini de çok rahat öderdim. Asıl o mahçup olsundu bir ev parasını üzerinde taşıyordu.

"Tutmayacağım." Kollarımı, dikilmekte olduğum dış kapıda birbirine doladım. Yanı sıra fazla soğuğun da etkisi büyüktü. Panduflarımın içindeki parmaklarım içe bükülmüştü.

Cesur, sakalını kaşıyıp ağırca güldü. Sevimli değil, hiddetliydi.

Kopkoyu olan hareleri gözlerime düştüğünde üzerime iki adım kadar yürümüş ve aramızda bir insan boşluğu bırakmıştı. Gözlerim onu takip etti ve başımı geriye atmak zorunda kaldım. Kocaman cüssesiyle meydan okumaksa niyeti, pekala başarıyordu. Gerilen omuzlarımı gevşetmeye çalıştım ama bu ağrıdan başka bir şey getirmedi.

"Lavinya, ben tam olarak kaç yaşındayım sence?"

Öfkeyle burnumdan soludum. Çok yerinde bir konuya değiniyordu.

"Babam yaşında olduğuna eminim ve senin de bunu farketmeni bekliyorum..." Babamın kemiklerini sızlatmadığımı varsayıyordum. Zîrâ bu adam yıkılmaz bir dağ gibi görünüyordu. Benim babam yıkılmış bir bina, yağmura dayanamayıp kaymış bir topraktı. Eğer ki altında kalan enkaz annem olmasaydı onu affedebilirim. "Ve bir daha bana adım dışında başka lakaplarla seslenme." Dedim sesimin titremesine mâni olurken.

Az sonra boynuma dolanıp sözcükleriyle beni boğabilecek bir engerek gibi tıslayarak güldüğünde korkmaya başlamıştım. Adı dışında tek kelime bilmediğim bir adamla nasıl başederdim ki?

"Bakın siz şu minik bakireye..."

Sakallarının sarmaladığı çenesinin kasıldığını görmek mümkündü. Yüzümün kızardığını hissettim. Soluk alış verişim yeni bir level kazanmıştı. "Ben tam 29 yaşındayım, yani senin şu mızmız çocuk havalarını çekecek yaşı çoktan geçtim. Benimle oynayamazsın."

S O N B A K İ R EWhere stories live. Discover now