1. Bölüm

634 53 18
                                    

     Huzur, mutluluk, güven...

  Etrafta koşuşan çocukların şen kahkahaları, gençlerin bir biriyle atışan, kur yapan masum edaları, biraz daha yaşlıların oturup alkışlar ve içki eşliğinde tebessümle seyrettikleri ateş, sahnedeki müzisyenlerin oluşturduğu uyum hepsi bir bütünken oluşan eşsiz bir tablosuydu. Sanki her hangi birini çıkartsak içinden manzaranın, diğerleri de silikleşip sönerdi. Halk bereketli geçen av sezonu için şarkılar söylüyordu. Danslar ediliyor adaklar sunuma hazır hale getiriliyordu.

  Suho için ömrünü geçirdiği bu ülke her şeyiyle olduğu gibi güzeldi. Doğal insanları, taze kekik kokan dağları, ince kumlarla ve rengârenk balıklarla süslü denizleriyle mükemmeldi. Suho vatanını seviyordu. Onun için ülkesini sevmek, halkını sevmek nefes almak kadar doğaldı. Yaşamak demekti. Tabi arada sıkıldığı şeylerde vardı ama bunlar hiç değişmiyordu. Küçük sevimli kardeşinin huysuzlukları, yaşlanan babasının işlerden elini eteğini çekebilmek adına sunduğu mazeretler listesi, annesinin elbise seçmekteki kararsızlığı ve yaşlanmak ne demek bilmeyen fiziğine rağmen sızlanmaları. Tabi bunlar tatlı değişmeyenlerdi. İnsanın içini ısıtan gülümsemesini sağlayanlardan.

   Suho sahne arkasında gergince hazırlanan kardeşine gülümsedi. İlk şenlik dansında kendisinin de böyle hissettiğini hatırladı. Sahi ilk dansını nasıl tamamlamıştı ki? Hiç hatırlamıyordu doğrusu çünkü dansın başından sonuna kadar gözlerini kapamıştı. Ve sahneden inmesi için yardıma gelen görevli onu sarsana kadar da açamamıştı. Nasıl dans ettiği ya da nasıl göründüğünü bilmiyordu.

  Ah cidden o günü hatırlamak bile başlı başına utanç kaynağıydı. Ertesi gün herkes ona gülümserken onun aklında binlerce tilki dolanıp gülücüklerin nedenini tartıyordu. Ama Suho fazla sevecendi art niyet olmadığına karar kılıp her tebessüme yanıt vermişti. 18 yaşına girmek bazı şeylerin bilincinde olduğunu göstere bilmek, kararlarını sunabilmek için kendi oluşturdukları yarı hiyerarşik düzende önemliydi. Reşit olmak bir Prens için düşüncelerini sunabilmek ve halkın geleceğiyle ilgili her hangi bir durumda karar yetisine sahip olabilmek demekti. Suho daha on yaşındayken biliyordu tüm bunları. Her zaman yaşından olgun ve saygılı bir çocuk olmuştu ailesine ve ülkesine. Gurur kaynağıydı babasının gözünde. İlk göz ağrısı olarak adlandırırdı annesi onu. Tüm bu özellikleri sanki yetersiz kalabilecekmiş gibi şefkat ve sevgi dolu yüreğiyle kanıtlamıştı kendini. Şimdi geriye dönüp bakınca geçen zaman eşsiz anılarla süsleniyordu zihninde. Suho gerçekten mutluydu. Her gün çoğalan kahkahalarla daha da mutlu oluyordu. Hiçbir zaman bencil olmamıştı zaten. Bunu tüm ülkede biliyordu. Aynı kardeşi gibi.

  Sahnenin ardında hazırlıkları tamamlanan kardeşine kaydı gözleri. Nasıl da parlıyorlardı kahveleri. 'İlk doğduğunda olduğu gibi' diye geçirdi içinden Suho. Sehun onun gözünde hala minik bir bebek gibiydi. Gelişen vücuduna rağmen tertemiz kalbiyle o sahip olabileceği en iyi kardeşti. İlk kez onu saray dışına çıkardığı zamanı hatırladı. O zamanlar büyük babası baştaydı ve Suho'nun küçük yaşına rağmen anladığı tek bir şey vardı halk mutsuzdu. Etrafta sürekli gözyaşı vardı. Bu küçük kalbinin kavraya bileceğinden fazlaydı. Acıyla atılan naralar, yakarışlar ve huzursuz bir şekilde geçen aile yemekleri ona hayatındaki en büyük dersi vermişti belki de. Küçük sevimli kardeşinin ısrarlarına dayanamayıp kaçmışlardı saraydan. Herkes alarm durumdaydı ve çıkış yasaktı dışarı ama Suho küçük yaşına inat biliyordu tüm çıkışları. İyi bir gözlemciydi her zaman ve aklını kullanmakta da hiç sıkıntı yaşamazdı. Öğleyi birkaç saat geçmesine rağmen boştu neredeyse sokaklar. İnsanlar koşuşturmuyordu etrafta ve dinginlikten uzak bir sessizliğe sahipti etraf. Soğuk bir sessizliğe. Kardeşinin elini daha çok kavradı parmakları. Pişman olmuştu saraydan çıktığına. Merkezin ortasındaki havuzu gösterip geri dönmekti planı. Cıvıl cıvıl konuşan, şaşkın şaşkın etrafı keşfeden meraklı gözlerine rağmen tedirgin olduğu belli olan kardeşine baktı. Sehun yürümeyi bırakmış ve dolmaya başlayan gözleriyle bir noktaya bakıyordu. Suho korktu. O an tüm yüreği korkuyla pompalanıyordu. Yaptığı aptallığı yeni fark etti. Kardeşini savunmasız dışarı çıkarmak hataydı. Her an bir şey olabilir ve onu koruyamaya bilirdi. Birden elini büyük bir yoksunluk hissi kapladı. Sehun elini bırakmış ve baktığı yere doğru koşmaya başlamıştı. Suho kardeşine yetiştiğinde sadece gülümseye bildi. Ne söyleye bilirdi ki. Kardeşi üzerindeki pelerini çıkarıp solgun yüzlü, yerde uyuya kalmış, üşümüş olduğu kızaran burnundan belli olan bir çocuğun üzerini örtmüştü. Kardeşinin ayaklarına kaydı gözleri incecik kar üzerinde kim daha beyaz yarışını kar kazanmış ve Sehun'un çıplak ayaklarını pembeye boyamıştı sanki. Uyuyan bedenin ayaklarında gördü kardeşinin ayakkabılarını. Ne diyebilirdi ki küçüğüne ve ne diye kızabilirdi. Gülümsedi. İçten, sıcak ve sevgiyle gülümsedi. Ardından sırtına aldı kardeşini, kaçtıkları gibi gizlice girdiler saraya. O gün aralarına ki sırlar arasındaki yerini korudu ve hiçbir zaman dışarı sızmadı. Sehun o gece uykusunda gülümsüyordu. Suho kardeşinin eşsiz kalbine hayran kaldı. Kardeş istediği güne de şükretti. Duaları kabul olduğu için gülümsemeyle uyudu.

Tanrıların AşığıWhere stories live. Discover now