Havalimanından Isparta merkezde bulunan evimize doğru taksiyle yol alırken bizimkilerin burada ama dedemin Atabey'de ki köy evinde olduğundan emindim. Cemal dedemi yılın bu mevsimi bağlasanız şehir merkezinde tutamazdınız. Güllerin coşkuyla ve tüm güzellikleriyle kendini gösterdiği bu güzel yaz günlerinde ben de onun gibi davranır kendimi gül tarlalarının bulunduğu yere atardım mutlaka.
Evlerimizin bulunduğu apartmanın önüne geldiğimiz de taksiden indik. Evet doğru anladınız Gülperiler ve biz aynı yerde yani aile apartmanında oturuyoruz. Şoförle birlikte, bavullarımızı bagajdan çıkarıp kaldırıma koyduk. Taksi yanımızdan uzaklaşırken, Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın şimdi ismini anımsayamadığım bir filminde bavullarıyla Haydarpaşa garından İstanbul'u seyrettikleri gibi mutlulukla bir süre karşımızda ki apartmanı seyrettik. Hangimiz 'hadi' dedi bilmiyorum ama yeterli olduğunu düşündüğümüz sürenin sonunda eşyalarımızı sırtlanıp apartmanın girişine doğru hareketlendik.
Bizimkiler tipik mülk sahibi narsistliği ile davranıp binanın her katında bulunan iki daireden birinci ve ikinci katta bulunanları kiraya vermiş kendileri de üçüncü ve dördüncü kattaki ikişer daireyi birleştirerek büyük evler haline getirip öyle yerleşmişlerdi.
Üçüncü katta Gülperiler, üstünde de biz oturuyorduk. E doğal olarak ilk önce onlara uğrayacaktık. Zaten büyük ihtimalle birliktelerdi.
Kapıya geldiğimizde bir süre zile mi bassak yoksa anahtarla mı açsak diye düşündük ama anahtarla açıp girmenin korkutucu bir sürpriz olacağına karar verip zile bastık. Kapıyı Serap yengem açtı. Açmasıyla sevinç çığlığını atması bir oldu. Gösterdiği gerçek şaşkınlık ve sevinç, ani gelişimizin ne kadar yerinde bir hareket olduğunu göstermişti bize. Çıkardığımız sesler içeridekilere kadar ulaşmış olacak ki ardı ardına sökün etmeye başladılar. İlk önce Fikret dayım yani Gülperi'nin babası, onu takiben de annem ve babam... Bizimkileri görene kadar onları ne çok özlediğimin farkına bile varmamıştım. Hele ki sevgi dolu kucaklamaları istemsizce de olsa gözlerimin dolmasına sebep olmuştu. Aile başka bir şeydi. İşte yeniden çocuk olabilir, gerekli gereksiz naz yapabilirdim. Hep birlikte salona geçtiğimiz de, kavuşmamızın mutlu dakikalarından hızla arınıp hesap sorulma faslına geçmiştik. Neymiş efendim; geleceğimizi neden söylememişiz? Neden daha sık gelmiyor muşuz? Ve evet tekrar ve tekrar ayrı ayrı her birinden geleceğimizi neden söylemediğimize dair sitem dolu sözler duymuştuk. Hep aynı cevabı vermiş ve sonunda kaygılı gürûhu yatıştırmayı başarmıştık. Yani gerçeği; sürpriz yapmak istediğimizi söylemiştik...
Özlemimizi ve sevgimizi paylaştığımız iki saatin sonunda yoldan geldiğimizi, eve çıkıp, dinlenip hasret gidermeye yarın devam edebileceğimizi söylemişti annem.
Evimizin içine girdiğim anda gerçekten yuvamda olduğumu hissettim. Bilir misiniz? Bilemiyorum ama her evin kendine ait bir kokusu vardır. En azından bana öyleymiş gibi gelir. Bizim ev de biraz tarçın, çok az vanilya az biraz da portakal kokar ya da aslında hiçbir şey kokmaz da benim koku diye duyumsadığım şey, yuva sıcaklığının ve aidiyet hissinin vermiş olduğu güvenin hazzıdır belkide. İşte yine o tanıdık ve beni çepeçevre saran güven kokusu. Evimin, ailemin varolduğunun belirtisi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gül Tarlası (TAMAMLANDI)
Romanceİki çok farklı karakter ! Kaçınılması gereken ama bütün karakter ve hatta çıkar çatışmalarına rağmen gittikçe artan bir ihtiyaç haline gelen güçlü bir AŞK .... Gül kadar narin ve güzel Nevbahar Işık ile kış kad...