I

267 27 6
                                    

"işte burası benim büyüdüğüm mahalle."

aiden ilgisizce dolaştırdı bakışlarını etrafta. burası dolunay hakkında tamamen bilgisiz olacağı yerlerden en mühimiydi. düşman sularındaydı. koca bir nefes verdi. dolunay huzursuzlanmasın diye kocaman gülümseyip "çok güzel." dedi.

misafirlerle dolu olan eve girdiklerinde aiden dolunay'ın elini tuttu.

kapıyı açan çocuk hâlâ aiden'a bakıyordu.

onun annesine "bu çocuğun saçları neden uzun?" diye sorduğunu duymuştu.

kendini kötü hissetti aiden.

"o kadar güzel saçları var ki kesildiğinde lanetliyor. bir keresinde saçına sakız yapıştığı için kesmek zorunda kalmıştık ve yeniden uzayana kadar kabuslar görüp durmuştum." diye ortaya bir kihaye attı dolunay. aiden dolunay'a minnetle gülümsedi ve çocukların yüzündeki hayranlığa karşı gururlanmadan edemedi. buradaki en iyi anne dolunay'dı kuşkusuz. en azından aiden'a göre.

"çocuklar hadi parka gidin! ali sen misafirimize göz kulak ol!" diye bağıran kadın aiden'ın en büyük düşmanıydı artık.

ali denen çocuk onun yanına gelip bileğinden çekeleyerek dışarı çıkarttı.

"biz bakkala gideceğiz. sen de gelecek misin?" dedi ali bağırarak. neden bağırıyordu bu çocuk diye düşünmüştü aiden. duyabiliyordu onu.

"kulağına doğru bağırmasana. sağır değil ya!" diye söylendi içlerinden kız olan.

"ama baksana bön bön bakıyor." diye konuştu bu sefer kapıyı açan oğlan kahkaha atarak.

"özürlü gibi." dedi bu sefer ali. hepsi güldü.

"konuşsana aptal!" diye bağırdı ali yine.

"kötü şeyler söylemeyin annesine söyler." dedi kız.

"anlamıyor ki." diye kendini savundu ali.

"anlamıyor olabilir ama senin gibi bir patavatsızın ağzından güzel bir kelime çıkmayacağını bilecek kadar zeki olduğuna eminim. dışın gibi için de çirkin." diye konuşan kişiyle hepsi aiden'ın arkasında durana baktı. aiden da şaşkın bir tavırla arkasını döndü. kıcırcık kumral saçlı bir oğlan vardı arkasında. yüzünde yara bantları vardı. üstü başı toz içindeydi. burnunun üzerindeki susamlar çimen yeşili gözlerine oldukça yakışıyordu. sağ elinde sapan tutuyordu.

işte bir prens!

tek ihtiyacı bir at.

aiden'ın elinden tuttu ve onu sürüklemeye başladı. bir parka gelmişlerdi. bu kadının söylediği park olmalıydı.

"sen ünlü müsün?" dedi. ve konuşmaya devam etti. "aynı onlar gibi güzelsin. saçların da çok parlak. neden bu kadar siyah giyindin? sana turuncu da yakışır bence. hem ben en çok turuncu rengini seviyorum. yeni mi geldin? tüm yaz burada mısın? yoksa sadece bugün mü? arkadaş olalım mı? kaç yaşındasın?"

aiden ona yetişmekte zorlanıyordu.

toprağa 12 yazdı.

" ben on bir yaşındayım. demek benden büyüksün. bir şey olmaz annem de babamdan büyük." diye hızlıca konuştu yine.

"what is your name?" dedi aiden. sesli bir şekilde Türkçe konuşurken utanıyordu. ve şu son saatlerde tanıştığı tüm türkler onunla alay ediyordu. korkmuştu. oğlan şaşkın bir ifadeyle baktı ona. "dediklerimi anlamadın mı? ama yaşını sorduğumda anlamıştın. tamam şöyle yapalım anlıyorsan tek gözünü kırp." aiden kafasını iki yana salladı. o göz kırpamıyordu. "of kafam karıştı." diye söylendi oğlan.

aiden sesli bir nefes verdi ve arkasını döndü.

"gidiyor musun? yarın yine gel buraya. bu sefer İngilizce konuşacağım. kabul ettiysen sağ elini kaldır!"

aiden sağ elini havaya kaldırdı ve koşarak uzaklaştı.

princess's dream ¦ bxb ✔️Where stories live. Discover now