her şeyin daha anlamlı geldiğini hissediyordum. daha rahatlamış, daha salmış ve daha iyi hissediyordum. onu öpmek şuan yaptığım, kendime ispatladığım en doğru şeydi. ne önceden ne de sonradan yapsaydım bu kadar doğru hissederdim.
jimin kötü biri değildi. jimin her zaman dediğim gibi kendini savunmasını bilen biriydi. ona yaptığım her kötü şeye karşılık vermişti ki bu onu suçlu göstermezdi. beni savunmasız bırakmak istemişti çünkü savunmasız bırakılmazsam onu her zaman kıracaktım. zeki biriydi. gitgelleri oluyordu, bunun hala nedenini çözememiştim ama zamanla onu da bulacaktım. zamanla. çünkü jimin'i bırakmaya niyetim yoktu.
yol boyunca elini tutuyordum. benim sıkışık tutuşuma nazaran o narince elime bırakmıştı elini. hala onu ele geçiren bir hüznü vardı. ben içime sığamazken onu böyle görmek kötü hissettiriyordu. "iyi misin?"
bakışlarını yerden çekip bana bakmıştı. parlayan gözleri tüm karanlık sokağı aydınlatabilirdi. hafifçe dudakları kıvrılmıştı. "sarhoş olamam demiştim."
"sarhoş olunca ağlayanlardansın hm?" çok sessizce kıkırdamış ve başını omzuma koyarak yürümeye devam etmişti. tanrım.
gökyüzüne baktım. yaşadığım yeri sevmemi sağlayan büyük bir etken vardı. buradaki binalar kısaydı ve gökyüzü açıkca ortaya seriliyordu. yıldızlarla dolu gökyüzü huzuruma huzur katmıştı. parlaktılar. doğal ışık kaynakları jimin'in gözlerinin ışıltısı kadar parlaktı.
hiçbir şey için gerilmedim. sormak istediğim sorular vardı. yavaş yürüyüşümüze devam ederken, -ve hala eli elimdeyken- konuştum. "seni rahatsız ediyor muyum?" kısık sesim onun duyacağı desibeldeydi.
başını koluma bir kere sürttü. bu hareketiyle sanki bir kedi omzumda dinleniyordu. "etmiyorsun. hiç etmedin."
"eğer sen beni dövmüş olsaydın ben bunu diyemezdim."
"sorun değil."
başını hiç kaldırmadı. saçları çilek gibi kokuyordu. hayır, hayır başını öpmemeliydim hayır. "sen üşüyor musun?" bana daha sıkı yaslanmıştı. yürüyüşümüzü durdurdum. güzüne bakmaya çalıştım ama benden kaçındı. önüne geçip yüzünü ellerimin arasına aldığımda ağladığını gördüm. yüzünü kaldırdı ama bana bir kere bile bakmadı.
"seni rahatsız ediyorum değil mi?" parmaklarıma değen gözyaşları karşısında bir şey yapamadım. "ne istediğini bana söyleyebilirsin. isteklerini yaparım. yemin ederim ki yaparım."
gözleri bu sefer bana baktı. birkaç damla daha gözlerinden hızla süzüldü. burnunu çekti. ya dün hastalığım ona geçmişti ya da şuan sarhoşluğun etkisiyle iyi hissetmiyordu.
konuşmadı. ellerimi yüzünden yavaşça çektim. ondan uzaklaşacağım sırada elime uzandı ve sıkıca tuttu. önce eline sonra ona baktım. gülümseyerek elimi okşadığında gülümsedim. ondan gitmemi istemiyordu. söylemese de anlatmaya çalışıyordu. gözüme böyle zayıf gözüktüğü ilk andı. gardını düşürdüğü ilk seferdi.
ceketimi çıkardım ve omuzlarına yerleştirdim. elini bırakmadım ve gecenin karanlığında ilerlemeye devam ettik.
"senden çaldığım çorba tarifini yapacağım."
-
"siktir. anahtarı unuttum. anahtarı içerde unuttum."
kapının önüne geldiğimizde anahtarı bulamıyordum. evden nasıl bir modla çıktıysam asla unutmayacağım kapı kilitlemelerini ve anahtarı unutmuştum. kafamı kapıya vurdum. çok aptaldım.
"çilingir çağırabiliriz." sessiz ve biraz telaşlı sesini duyduğumda gülümsedim. üşüyordu ve onu soğuk apartmanda uzun süre bırakamazdım. kafamı kapıdan çekip ona baktığımda ceketime iyice sarılmıştı.
"eğer dün sözümü dinleyip erken gitseydin hastalığımı kapmazdın." kollarımı ona dolamıştım. ellerimi hareket ettirip onu ısındırmaya çalıştım.
"bugün beni öptün. sence de hastalık böyle geçmedi mi?"
siktir. bu doğruydu. onu öpmüştüm. o an ne kendimin hasta olduğunu hatırlamıştım ne de ona geçirebileceğimi. "sus. seni öpmedim. sarhoşsun sen."
"evet. tabi."
kapının açılmasıyla hızla kapıya döndüm. karanlığın ardından gelen ufak ışıkla aydınlanan yongguk'un yüzünü gördüm. jimin'i yavaşça bırakıp ona döndüğümde yüzümü okumuş olmalıydı ki konuştu.
"anahtarı kapının üzerinde unutmuşsun." soğuk ve mesafeli sesi karşısında kafamı salladım. jimin'e dönüp baktığımda bana bakıyordu. ceketi çıkarmaya çalıştığında onu durdurup belinden tuttum ve içeri geçmesi için komut verdim. yongguk için gitmesine hiç gerek yoktu.
yongguk yana çekildiğinde önce jimin sonra ben içeri girdim. jimin'in odama doğru yöneldiğini gördüğümde kısa bir an sırıtsam da yongguk'un sesiyle gülüşüm silindi.
"odaya gitmene gerek yok jimin." ona döndüğümde kırılgan bir gülüşle jimin'e bakıyordu. "hep birlikte konuşmaya ne dersin?"
"yine mi sarhoşsun sen?" yongguk'a söylediğimde bakışlarını bana çevirmedi. hala jimin'e bakıyordu. "gitsen iyi olur. iyi hissetmiyor, onu yorma."
bu sefer sinirle bana dönen bakışlarıyla gelecek olan felaketi anladım ama jimin'le bu denli ne sorunu olduğunu asla anlamadım.
"peki ben iyi hissediyor muyum?!" yükselen sesine karşı yüzümü buruşturdum. bu gece de migrenle uyuyacağıma şüphem yoktu. "neden birden ona yakınlaştın? onun nasıl biri olduğunu bilmiyorsun bile."
jimin'in ayak seslerini duyduğumda ona baktım. yongguk'u karşısına gelip sadece ona baktı. "ilgi sende bir dakika bile olmayınca deliriyorsun değil mi?"
yongguk'un sahte gülüşüyle sinirlendiğini anlayabiliyordum. ikisinin yakınlığını bozmak için araya girdim. "yeter. ikinizin sorunu ne?" yongguk'u göğüsünden hafifçe ittirdiğimde göğüsündeki elimi tutmuş ve sanki beni inandırmak onun tek göreviymiş gibi bakarak konuşmuştu.
"sana en yakın arkadaşın olarak söylüyorum yoongs. onun sorunları var. onunla başa çıkamazsın, kimse çıkamaz. biz de çıkamı-"
"kes sesini!"
jimin'in beni aradan itip ona atılması beklediğin sonuncu hareket bile değildi ki hal böyle olunca kendi ayağıma takılıp yere düşmüştüm. duyduğum yumruk sesiyle kendimi toparlayıp baktığımda jimin'in ona çok fena vurduğuna şahit oldum. "ben hiçbir zaman senin kadar iğrenç olmadım." her vurduğu darbede bir kelime söylemiş olması kontrolsüz bir güç uyguladığını göstermişti bana. yerimden hızla doğrulmuş ve kollarından tutup onu geri atmıştım.
"eğer hayatıma girmeseydin benim iğrençliğimle de tanışmamış olurdun ucube!" yongguk dağılan yüzüyle ona atılacağı sırada onu son anda tutmuş ve sertçe itmiştim. kendine geldiğini belirten bakışları beni bulduğunda gururu zedelenmiş bakışıyla bana bakmış ve yalan bir gülüşle durmuştu.
"sen benim arkadaşı-"
"arkadaşlığımızı mahvettin yongguk." bir damla gözyaşını da onun gözlerinde görmüştüm. hala gülümsüyordu. jimin'e çevrilen bakışlarını gördüğümde başını çevirip bana bakmasını sağladım. "neden bu işi bırakmıyorsun?" dedim. sevgisine karşılık veremeyeceğimi anlamasını umdum.
"o benim kardeşim." dedi. tek cümlesine yüklediği birçok anlam vardı. pişmanlık, hoşnutsuzluk, nefret. ağzından zehirmiş gibi püskürttüğü cümleden sonra yüzünü ekşitmişti. "seni ona bırakamam çünkü onun kim olduğunu biliyorum." birkaç damla daha gözyaşının ardından son cümlesini söyleyip kapıyı hızla açıp çıktı.
"jimin benim kardeşim."
bilmediğim çok şey vardı. onun hakkında bilmediğim çok şey vardı ve ne zaman onu tanıdığımı, çözdüğümü hissetsem aramızda kilometreler olduğunu görüyordum. yabancı olduğunu hissediyordum. öpütüğüm adam bana yabancıydı.
~
tahmin etmediniz değil mi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mess, loser | yoonmin ✔
Fanfictionbeni darmadağın etmiştin. beni kendime getirmiştin.