annem bipolardı.
içine sığamayacak kadar mutlu ve enerjik olduğu anlar olurdu. sevdiği 80'ler müziklerini açar ve bağıra bağıra söylerdi. onu böyle görmeyi severdim ve aklıma kazımak istercesine dikkatle izlerdim. genellikle evde yalnız ikimizin olduğu zamanlarda olurdu bu neşesi. uzun süre dayanamaz ve beni zorla kaldırıp dansa davet ederdi.
başını yastıktan kaldıramayacak kadar mutsuz da olurdu. perdeleri açmayacak kadar, boğazından aşağıya su göndermeyecek kadar ya da yanında durup ona defalarca iyi olup olmadığını sorduğum için beni dövecek kadar. pişman olurdu. kendine geldiğinde gönlümü almak için çok çabalardı. ama ona darılmazdım. anlamam gerekirdi. üstüne gitmemem gerektiğini, dolapta olan hazır yemeklerden yemem gerektiğini, annemi bir süre sonra tekrardan aynı neşesiyle görebileceğimi anlamam gerekirdi.
annem kırgındı.
erken yaşta hamile kalıp okulu bıraktığı için ona sırt dönen ailesine kırgındı. ihtiyacı olduğunda onunla ilgilenmeyen babama kırgındı. küçükken onunla deli diyerek dalga geçtiğim için kırgındı. annem çabuk kırılırdı, kalbi küçüktü.
annemin dayanma gücü yoktu. her şeyin kendisiyle ilgili olduğunu düşünürdü.
küçükken annemden önce kalkıp bahçemize çıkmış ve yağmur sonrası çıkan salyangozları izlemeye koyulmuştum. çimenlerin arasında minik ölü bir serçe gördüğümde koşarak annemin yanına gidip gördüğüm serçeyi anlatmıştım. annem benimle beraber bahçeye gelip tabloyu gördüğünde ağlamaya başlamış ve onun suçu olduğunu söylemişti. camların önüne yem koymayı unuttuğunu ve kuşu öldürenin kendisi olduğunu söylemişti. ondan uzak durmamı, katil olduğunu söylemişti. o zaman çok saçma gelmişti. hala da öyle geliyor.
annem pes etmişti.
okuldan sonra büyükannemlere gitmemi ve bir süre onlarda kalmamı söylemişti. gidecektim ama okulda hastalanıp revire gitmiştim ve revirdeki hemşire eve gitmemi çünkü okulda grip salgını olduğunu söylemişti.
eve gittiğimde boş evde annemi kendini birçok yerinden kestiğini, kanlar içinde gözleri açık yattığını görmüştüm. beni gördüğüne sevinmemişti. her zamanki gibi gülümseyip öpmemişti saçlarımdan.
ama en çok bu yıkmamıştı. bekliyordum. gördüğüm görüntüyü birçok kez canlandırmıştım zihnimde önceden. kulağa canice gelebilirdi. nasıl annenin ölümünü canlandırırsın yoongi? neden yaptın bunu? hazırlıklı olmak için yaptım. eğer canı çok yanıyorsa ona saygı duymalıydım.
en çok kendimi hazırlıklı sanarken hazırlıklı olmayışım yıkmıştı. çünkü annem, ben yüzündeki ve vücudundaki kanları silerken iyi iş çıkardığını, elinden geleni yaptığını duymalıydı.
hiçbir şey diyememiştim.
-
kış güneşi pencereden vuruyordu. perdeler sonuna kadar açıktı. karanlık olsun istemiyordum. belki de perdeleri komple çıkarıp kaldırmalıydım.
gözümü ovuşturup tembelce esnedim. güneşe sırtımı vererek döndüğümde görüşüme giren çıplak sırta yanaşmış, omuzlarını öpmüştüm. park jimin güzel kokuyordu. üstelik dün baya terlemesine rağmen duş almasına izin vermemiş, sıcaklığımızı korumuştum.
kollarımı beline sıkıca sardığımda düşündüğüm şey ne zamandan beri bu kadar mesafe bilmeyen biri oluşumdu. yakınlık korkutmuyordu. sadece onun yakınlığı bağımlılık yapıyordu.
"jimin-ah." sesim belli belirsiz çıktığında burnumu boynuna sürtüyordum. sıcaktı ve güzel kokuyordu. çıplak karnını okşadığımda huylanan birisi olmadığını öğrenmiştim. "kahvaltı edelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mess, loser | yoonmin ✔
Fanfictionbeni darmadağın etmiştin. beni kendime getirmiştin.