otuz dört

576 42 8
                                    

4 saatin ardından Fransa'ya ulaşmıştı genç adam. Annesinin, büyükannesinin kollarına bırakmıştı kendini. Çok özlemişlerdi Paris'i birlikte yaşayan anne ve kız. Paris için aynı şey geçerli miydi? Kimse bilemezdi. Küçük kardeşine katlanamayıp, hem kendisini hem babasını yalnız bırakıp giden bir kadını istiyor muydu hayatında, emin değildi. Hiçbir zaman olmamıştı. Onu seviyordu evet, değer de veriyordu. Ama aynı evin içinde hayatını geçirmek ister miydi, büyük bir muammaydı bu. 

''Eymen ile aran nasıl Paris?'' diye sordu annesi büyük, ahşap yemek masasının diğer ucundan. 

Annesi fırsat buldukça zorla anlattırırdı kendini Paris'e. Paris yalnızlıktan kıvrandığı geceler haricinde asla annesine anlatmazdı kendini. Aslında annesine Eymen'i hiç anlatmamak istememişti. Bir gün nasıl olduysa Fransa'da kör kütük sarhoş olup dönmüştü eve. O dolmuşluk ile her şeyi anlatmıştı annesine. O zamandan beri annesine her geldiğinde, her aradığında bu soruyu soruyordu. 

''En son konuşmamızdan bu yana değişen bir şey olmadı anne. Beni görmek istemedi. Bende buraya gelmeden önce, ona bir daha onu görmeyeceğimi söyledim.'' dedi ve hizmetkarların hazırladığı parfe'den bir lokma aldı. Fazla yemek yemek gelmiyordu içinden. Hiçbir şey yapmak gelmiyordu içinden. 

''Onu seviyorsan neden böyle bir karar verdin Paris?'' dedi annesi. Herkes sorardı bu soruyu. Haklılardı da.

''Artık acı çekmek istemiyorum anne. Her şey çok güzel olacak.'' dedi ve gülümsedi. 

Böyle düşünüyordu Paris. Her şey çok güzel olacaktı. 

***



gone |bxb|Where stories live. Discover now