Episode 9 - Yangın

191 21 5
                                    

Jimin son dört gününü, hayatını bir kenara atmasına sebep olan kararı uğruna yaptığı planın son bir kaç parçasını tamamlamak ve Hope'tan Yoongi hakkında bilgi istemekle geçirmişti. Plan kusursuz ilerlese de Hope tek kelime etmemiş, mesajlarına bile geri dönmemişti. Aklından ne geçiyordu hiçbir zaman çözemeyecekti sanırım. Öylece karşılılaşmalarını mı istiyordu? Sözlerini unutmuş olamazdı değil mi? Hayır, yılan yuvası kadar karmaşık zihni bu kadar unutkan olamazdı. Kesinlikle bir çeşit düşüncesi vardı. Kocaman gülümsemesinin altında bir şeyler yatıyordu.

Ama üzerine yüzyıl düşünsede ne olduğunu bulamazdı bu yüzden bunu bir kenara bırakarak kargodan yeni gelen ve kesinlikle anne eli değmiş gibi gözüken malzemelerine baktı. Hepsi onun öylesine fırlatılmış gibi gözüken yerleştiriminin aksine özenle paketlenmiş, yolda zarar görmemeleri için boşluklar havlu veya kabarcıklı poşetlerle doldurulmuştu. Kim bir suç işlemek için gönderilen çantanın içine kimchi koyardı ki? Etrafındaki insanlar gerçek delilerdi. Buna şüphesi yoktu.

Kimchi kavanozunun yeşil kapağının üstündeki 'Canın çekmiştir.' notu neşeli bir ıslık çalmasına neden olurken küçük dans benzeri hareketlerle çantayı boşaltmaya başlamıştı. Havlular bile çiçek desenliydi. Gerçek bir anne olduğunun kanıtları giderek artıyordu. Neşeli haline kıkırtıları eklendiği sırada gözüne çok sevimli görünen çiçekli havlular kaldığı evdeki banyo dolaplarındaki yerlerini almıştı. Asla geri vermeyecekti. Rüyasında görürdü bir daha.

Aklına Jin'i kızdırmak için harika bir yol gelirken değiştirmek zorunda kaldığı telefonunu eline almış ve nar kırmızısı renginde çiçeklerle kaplı olan bir havluyu yüzüne yaklaştırıp yumşaklığından çok etkilenmiş gibi görünmesini sağlamıştı. Değerli havlularının artık yabancı ellerde olduğunu kanıtlayacaktı bu. Fotoğrafı çekmesinin üzerinden daha beş saniye geçmemişti ki mesaj kutusu sinirinden düzgün yazamayan hyungundan gelen nefret içerikleriyle dolmuştu. Fotoğrafı göndermemişti bile!

Günü daha başından harika geçerken bastıramadığı gülümsemesini yüzünde genişleterek kirinden normalde kullanılmaması gereken banyosunun geri kalanı galerisine bir kaç kare olarak yerleştiğinde mesajlar iğrenme odaklı olmaya başlamıştı. Gülüşü sararmış fayanslarda yankılanırken küçük eğlencesini tadında bırakmak niyetiyle tekrar görüş açısındaki siyah çantaya yönelmişti.

Son yedi günü kalmıştı ve sonunda özgürdü.

Daha sonra geriye kalan tüm yaşam kırıntılarını sevdiğinin kendisini affetmesi için kullanacaktı. Gelecek her tepki için hazırdı. Yanında olabilecekse affedilmemek önemli değildi.

Onun sevgisi, açgözlü değildi. Bir fotoğrafla dört yıl geçirmişti. Sadece yüzünü görerek geçecek bir ömür çok da zor değildi.

----

Yoongi'nin son dört günü son derece verimsiz geçmişti. Muhbiri Namjoon'un 'Güvenilir Kaynak' olarak hitap ettiği kişi bir anda susmayı seçmiş, bilginin zerresini bile vermemişti bencil pislik.

Bu sebeple egzersiz eksikliğinden muzdarip bedenenini daha önce hiç göremediği sokaklarda uzun saatler dolaşmaya zorlamış, sonuç olarak en acılısından bir kas ağrısı ve yorgunluktan uyuyamadığı için sinir bozucu bir uykusuzluk kazanmıştı. Kısacası elinde kocaman bir sıfır vardı.

Kollarını bile kaldırmaktan aciz olduğu bu hâliyle zonklayan beynine eziyet etmekten ve Jimin'i bulma konusundaki isteğini giderek kaybetmekten başka bir şey yapamıyordu bile. Çürümüş olabilecek gözlemlerine göre onun yanından başka gidecek yeri olmaması gerekiyordu ama zaten bunun güvenilirliğine inansaydı Amerika'da işi neydi ki? Ne kadar sürerse sürsün küçüğünün kararlarına saygı duyar, günün birinde utana utana kapısına gelişini eline patlamış mısır alarak keyifle izlerdi. Fakat gerçeklerin onun gördüğü gibi olmayabileceğini çok erken öğrenmişti.

(Yangından sonra, 4 yıl önce, Seul)

Üçüncü günüydü. Küçüğünden aldığı son mesajı ve evinin kızıl ateşle kaplandığını gördüğünden beri neredeyse 72 saat geçmişti.

Bu sürede acı, inkâr ve kabullenme süreçlerini sırayla yaşamış, inkârı özellikle sürekli gündeminde tutarak kabullendiği gerçeğini ara ara dışarı kaçan hıçkırıklarıyla saklamaya çalışıyordu.

Seul Polis Kuvvetleri Merkez Binası önünde geçirecek bir kaç haftası daha varken saklamaya çalışıyordu ruhunun diğer yarısı olmadan üşüdüğünü. Sadece bir 'Üzgünüm' ile kendisinde vaz geçilişini, yetmezmiş gibi ailesinin yeniden taşınacaklarını ilgisizce söyleyip desteğe ve ilgiye en ihtiyacı olduğu anda bu kadar bariz olan hâlini görmemesini saklıyordu ışıklarını üç gün önce söndürdüğü bakışlarında. Göz yaşlarıyla ıslanmasına rağmen kupkuru ve yalnız olan dudakları, kıpkırmızı olmuş gözleri ve mosmor yüzü bir şeylerin yolunda gitmediğini açıkça belli ediyordu oysa ki.

En kötüsü, en acımasızı ve en hatırlamak istemediği ise küçüğünün cenazesiydi. Tek başına tüm tören boyunca Jimin'in fotoğrafını taşımış, olur da biri gelirse diye görevliler gitmesi gerektiği konusunda uyarıda bulunasaya kadar geniş oda da sessizliği dinlemişti. Kimse, Park Jimin'ini uğurlamak istememişti.

Düğümlenen boğazını temizledi yeni olduğu dikkatlice ütülenmiş gömleğinden belli olan bir polis memuru ona ciddi bakışlarıyla yaklaşırken. Duruşunu bozmadan yapacağı konuşmayı beklemeye başladı sonra da. Onun yerine derin bir nefes alarak omuzlarını düşürdü memur. Yanındaki kaldırım taşına yavaşça yerleşirken otomattan alınmış muzlu sütü uzattı. "Sert bir kahve almayı planlıyordum ama burada yeniyim anladığın gibi ve eski karakolumdaki çocuklara sürekli muzlu süt ısmarladığım için yanlışıkla sana da alışkanlıktan onu aldım. Pardon." İçten gülümsemesi içinin bir nebze ısınmasını sağlarken soğuk sütü alarak buz kesen kalbine tezat sıcak olan ellerinde ısınmasını bekledi.

"Neden burada olduğunu sormamda bir sakınca var.. Mı? Yani bir kaç gündür şu taşa yapışmış gibi görünüyorsun da. A-Ama senin için sorunsa sormadım say!" Her bir kası sanki bir iğneymiş gibi kalbine batarken acı acı gülümsedi. "Park Jimin davası." Dedi neredeyse çıkmadığı düşündüğü sesiyle. Çığlık atarak ağlamaktan kısılmış olmalıydı.

"A-Ah.. Şu intihar.." Öyle olmadığını biliyordu. Miniğinin kendi canına kıysa bile iki kişiyi de yanında götürmeyeceğini biliyordu. Götürse bile bu, annesi ve babası olmazdı. Yoongi'nin nefret ettiği bir kaç kişiyi alırdı. Ruhunun diğer yarısını çalmanın özrü olarak.

"İntihar olsa bile ortada büyük bir sorun var aslında." Dedi yine ismini daha öğrenemediği polis. Şiştiği için neredeyse yok olan küçük gözlerini ona döndü beklentisizce. Bir kaç yıla o da diğer kıdemlileri gibi olacaktı nasılsa. Duygusuz ve alaycı.

"Bunu sana söylememem gerekiyor ama Park Jimin davası doğru düzgün soruşturulmadı bile. Güven bana bizim hakkımızda ne hissettiğini biliyorum ama normalde intihar olduğu yüzde yüz açık olan davaları bile daha çok araştırırız. Fakat nedense cesetlerin kimliklerinden emin olunmak için bile adli tıpa başvurulmadı. Ucu çok açık nedenlerle öylesine bir rapor hazırlandı ve sanki dava başından var olmamış gibi kütüphaneye kaldırıldı." Sözü bittiğinde derin bir nefes alarak başka bir cümleyi hızla araya sıkıştırdı düşünceli ifadesiyle.

"İsmim. İsmim Kim Namjoon bu arada."

Agent | YoonminWhere stories live. Discover now