ben eylül, sen haziran.

40 5 0
                                    


Eylüldü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylüldü.
Di'li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Eylüldü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya... Eylüldü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.


*

okuduğum, jungkook'un yazdığı şiir kitabının kapağını kapattım ve usulca gözlerimi yumup acılar denizine bıraktım kendimi.
yakıyordu, hem de ne yakıyordu yüreğimi.
alev alev yanıyordum da yangınım terk etmişti beni. oldu, dedim içimden.
oldu bir kere, ne çare.

o sırada, kendime acı çektirme seansımdan sıyrılmama neden olan telefonum çaldı. yaşlı gözlerimi silip toparlandım ve avucumun içerisinde titreyen telefonu açtım. sesimi temizledim ve konuştum.
"Efendim."

"Taehyung, kafeye gelsen iyi olur." dedi Chris endişesini saklayamadığı ses tonuyla. oturduğum koltuktan sırtımı dikleştirerek cevap verdim. "Bir sorun mu var? ne oldu?"

"Dostum, biliyorum bu gece gelmeyeceğini söylemiştin ama burada seni görmek isteyen birisi var ve çokça ısrar ediyor."
konuşmasını bitirdiğinde bıkkınca bir nefes verdi. ben ise bir yandan kim olduğunu düşünmekle meşguldüm.
Hemen kolumdaki saate değdi gözlerim.
saat 23:17'idi. "Tamam, 15 dakikaya oradayım." diyip kapattım.

üstümde boğazlı bir kazak, altımda ise bol siyah kumaş pantolonum olduğunu umursamadan dışarı çıktım.
doğum günümün bitmesine yalnızca 35 dakika kalmıştı ve ben geçmiş beş yıl gibi, her doğum günümde eve kapanır, yazılarını, şiirlerini, anılarımızı, yanımda olduğunu hayal ederek, ağlayarak geçirirdim. tekrardan hatrıma düştüğünde hafiften gözlerim yaşlanmaya başladı ama hemen toparladım kendimi. kendi kendime değmez diyordum, değmez, ağlama.
kırma kendini, değmez.

Lakin ne kadar işe yaradı kendime olan telkinlerim, göremedim.
kafenin önüne geldiğimde biraz durdum ve izledim. nasıldır, ne yapıyordur, hatırlamış mıdır doğum günümü, en sevdiğim parçayı çalmış mıdır, bana şiir yazmış mıdır, diye buldum yine kendimi.
olmuyordu, onsuz düşüncelerim olmuyordu. olsa da tamamlanmıyordu.
eksiktim işte, onsuz eksiktim.

sanki mümkün olabilirmişcesine havadaki tüm oksijeni içime çektim.
kapıya doğru adımlamaya başladım, ıssız sokakta ayakkabılarımın beton yolda yaptığı ses yankılanıyordu. kapıyı tutup kendime doğru çektim ve içeriye girdim.
görünürde kimse yoktu.
Saate tekrardan baktığımda 23:45 olduğunu gördüm.
tam telefonumun ekranını açıp Chris'i arayacaktım ki kulaklarımı bir melodi doldurdu. kalakaldım öylece.
istemsiz ayaklarım sese doğru yol almıştı bile.

ses, aşağı kattan, yani benim saklı cennet'imden geliyordu. odamın ismini saklı cennet koymuştum.

"tanrı, cenneti sende saklamış taehyung."

odanın kapı kulpunu yavaşça indirdiğimde gördüğüm manzarayla adeta olduğum yere kilitlenmiştim. dizlerimin bağı çözülmüş, kendimi bırakmamaya çalışıyordum.
göğüs kafesimdeki ağırlık omuzlarıma yük olmuş, yürüyemiyordum.

sevgilim, biriciğim, aşkım tam önümde, gözleri kapalı, ince ve uzun parmakları ise piyanoda, usul usul çalıyordu kalbimin ritmini.
yemin ederim, size yeminler ederim nefes alamadım. olan nefesim de oracıkta kesildi. ağlıyordum, ağlıyordum lakin sesim çıkmasın diye ağzımı kapatıyordum. beş yıl, onsuz geçen beş eylülüm. ağır, çok ağır, taşıyamadım. düşüverdim dizlerimin üstüne.
ne kadar çaldı, ne kadar dinledim bilmiyorum. en sonunda bitirdiğinde ölümüm olan gözlerini araladı.

ölümüm olan gözleri buldu sonunda beni, keşke bulmasaydı. tanrım diyorum içimden, tanrım şuracıkta al canımı.
yapamıyorum, taşıyamıyorum sevgimi.
ayaklanıyor hemen koşuyor yanıma. onun da benden farklı olmadığını görüyorum. dökülüyor incileri sicim sicim bittiğim gözlerinden. dayanamıyorum, titriyor göz bebekleri, bir defa daha ölüyorum.
kırıldığım her yerden oluk oluk kanıyorum.

konuşamıyoruz, zira ikimizin de gücü yok hiçbir şeye. ağlıyoruz sadece, beş yılın acısını çıkartmak istercesine hıçkıra hıçkıra ağlıyoruz. dokunacak oluyor inci tanelerime, geri çekiliyorum hemen.
kırılıyor, yutkunuyor seslice.

en sonunda buluyorum sesimi. başka bir yere dikiyorum gözlerimi,
"Neden?" diyorum yalnızca. neden, neden neden. tek bir soru ama ağırlığı yüreğimi dağlıyor.

susuyor, her zamanki gibi gözlerimin ta içine bakıyor. görüyor ardında bıraktığı enkazı. yutkunuyor yeniden. vakit kazanmaya çalışıyor sesini bulmak için.

"Hasretim." çıkıyor hıçkırık gibi ağzından sadece.
fazlasına gerek duymuyor belli ki, çabalamıyor tekrardan. bir damla yaş aktı sol gözünden göğsüme, delip geçti. sustum.

suskunluk giriyor aramıza, bu ne ki diyorum içimden, bizim aramıza hangi diyarlar girmedi. yüzüm gözyaşlarına boyandığında sesimi aradım.
yıllar sonra gördüğüm yüzü, keskin bir hançer gibi saplanıyor, işimi çok zorlaştırıyordu.

"git buradan, ne olur, harap ettin beni." yalvarır gibi çıkan ses tonumla
dağıttım onu ve tüm benliğimi.
enkazın altında kaldım, eziliyorum.

bu kez dinlemedi beni, öldüğüm ellerini çıkardı yüzüme. karşı çıkacak gücü bulamadım kendimde. bekledim.
tüy gibi dokundu yanağıma, bir saniye kapattım gözlerimi hissetmek için.
döküldü tüm yaşlarım avucuna.
ısırdı dudağını, bilirim, zira yangın yeridir şimdi.

"Hasretim, benim senden başka gidecek bir kalbim yok."

yaktı beni jungkook, kor ateşin içine attı beni. yutkunuyor ve gözyaşlarımı silerek zor bela kalkıyorum ayağa. dizlerim taşıyamıyor bu yükü, adım atmaya zorluyorum kendimi. sessiz sessiz ağlayarak izliyor beni sevdiğim.

ama ben, buradan gitmeyi amaçlıyorum yalnızca. yürüyorum kapıya doğru bir tufan kopuyor yine dudaklarımın arasından. son bir şey, son bir şey deme ihtiyacıyla doluyorum o an.

benim için çok zor olduğunu bilsem de, gözlerine çıkarıyorum gözlerimi. kavruluyorum kesiştiği noktada. hâlâ güzel yakıyor, hâlâ.

"Aşk benim için iyiydi, güzeldi.
ama sen bu aşkı, bizi kirlettin, sevgilim." söylediğim sözcüklerin ağırlığı dilime yara olurken, soluklandım.
yine de nefes alamadım, nefesim karşımdayken alamadım.

yavaşça kalktı ayağa, benim gibi.
dağılmıştı, çok dağılmıştı benim sevgilim.
dağıtmıştık birbirimizi.
ellerini elimin içine aldı, baştan aşağı titredim. yutkundum, boğazımdaki yumru yine de gitmedi.

"Uğruna şiirler, uğruna çok."
jungkook böyleydi işte, bir kelimesi, bin anlamıyla seni yerle bir ederdi.
bir kez daha hıçkırdım, gözyaşları yanağıma hücum ederken.
nefesim yetmiyordu, nefesim ne bana ne jungkook'a yetmiyordu.

"Bu şiir yarıda kaldı, zira şair şiirin canına kıydı."

işte benim de giderken diyebildiğim tek cümle, ruhumu tekrardan dirilmeyecek surette öldürdü. paramparça olduk o gece. başıma neler geleceğini bilmeden o gece ben de ruhuma kıydım.

uzun zaman olmuştu, zorlandım yazarken. umarım seversiniz bu iki kırık insanı. şimdiden çok teşekkür ediyorum.

bir başlangıç, aynı zamanda nasıl yolun sonu olabilir?

poésie × taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin