bir gece gel bana, her geceden farklı.

23 3 0
                                    


Artık demir almak günü gelmişse zamandan, meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
günlerce ufka bakar gözleri nemli,

biçare gönüller! ne giden son gemidir bu!
hicranlı hayatın ne son matemidir bu.

dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; bilmezler ki giden sevgililer dönmeyecekler.

birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
birçok seneler geçti, dönen yok seferinden.

*

gözlerimi açmak istemedim bu kez. belki de uyanmak istemedim. gözlerimi tavana çıkarmış izlerken, canımı düşündüm yine.
canımı yokladım lâkin canım benden yıllar önce gitmiş.

gecenin getirdiği dalgınlığıma baktım.
odamın içinde gezdirdim bu sefer kırık gözlerimi. dağılmış her yer, benim gibi.
başım tüy gibi ve hafif hissettiriyor ama aynı zamanda ağırlaşıyor.

nasıl yüzüleceğini unuttum bu denizde.
boğuluyor gibiyim. belki de öldüm, gözlerimi kapatıp uyumak istiyorum yalnızca.

yerdeki kitap çekiyor dikkatimi, hemen kalkıyorum yataktan, avuçlarımın arasına alıyorum. karşımdaki kırık aynadaki kırık görüntüme bakıyorum. saçlarım dağınık, gözlerim şiş, kalbim paramparça.

ne yapmıştır şimdi, diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Onu orada öylece bırakıp gittiğimde benim gibi hissetmiş midir? yoksa vazgeçmiş midir?
ne önemi var ki, dedi yine içimden bana zıt bir ses. ne önemi var ki, o senin neler hissettiğinle ilgilenmedi hiç.
benim için çok zor olsa da, bu kez hak verdim.

toparlanmalıydım, güçlü olmalıydım.
o bizden gitmiş olsa da, her şeye rağmen hayatıma devam ettiğimi gösterecektim ona. hazırlandım her sabah yaptığım gibi, ölümüme gider gibi hazırlandım. toplamadım evi, içim gibi dağınık kalsın istedim. sapasağlam bir bina gibi görünüyordum, lâkin bir dokunsalar depremim olurdu.

tüm düşüncelerime rağmen çıktım dışarı.
zihnimin kapısını kapatır gibi, kapattım evimin kapısını. yürümeye başladım, öyle sert basıyordum ki yere, kendimi kanıtlamak istercesine, ayaklarım sızlıyordu.

başım yere eğik, ayak uçlarıma bakarken yürüyordum. yolu uzatmak istedim bu kez, labirentin içinde kaybolduğum yetmemiş de, kendi içimde kaybolmak istedim bu kez. kendi savaşım bu, kendime yenilme savaşım.

kaldırdım kafamı, dik durmaya çalıştım lakin dayanağım olmadan yapamadım.
insanların arasından geçerken gökyüzüne baktım, sanki o an her şey ağır çekime alınmış gibiydi. her şey bir karınca misali hızlı ilerliyor, ben yabancıydım bir tek.
belli belirsiz histerik bir şekilde tebessüm ettim.
sen hiçbir yere ait değilsin.

içimdeki sese karşı çıkmadım, doğru söylüyordu çünkü. onsuz kendimi hiçbir yere ait hissedemiyordum. hep bu yabancı dışlanmışlık hissiydi yakama yapışan.

kalabalıktan çıkıp, zihnimin çığlıklarını susturmaya çalıştığımda kafemin önüne gelmiştim. kapıdan içeri girdiğimde
kimseye selam vermeden, aşağı indim hemen.

saklı cennet'in kapısının önüne geldiğimde derin bir nefes aldım içime.
kapıyı açıp küçük adımlarla içeriye adımladım. basarken yere ayağımın altında bir şeyler kırıldı. cam parçaları.
yerlerde kırılan cam parçalarını gördüm.
biraz daha yürüdüğümde ise odanın en köşesinde kafasını dizlerine gömmüş bir adam görmeyi asla beklemiyordum.

küçük adımlarla cam kırıklarına basmamak için dikkat ederek yürüdüm. dizlerimin üstüne çöktüğümde önümdeki bedeni incelemeye başladım. dizlerini kendisine çektiğinden ötürü küçücük kalmış ve henüz yeni fark ettiğim zayıflamış bedeni, uzamış dağınık saçları, eskisi gibi, şık ve bakımlı giyim tarzından eseri yoktu karşımda duran bu adamın.

dağılmış, o da en az senin kadar dağılmış.
dedi içimdeki o ses.
gözleriyle karşılaşmaya hazır değildim. titreyen elimi ona doğru uzattım. yumuşacık görünen saçlarına, yıldız düşmüş biriciğimin saçlarına dokundum.
düşünceler zihnimin peşinden koşuyordu. sorguluyordum kendimce onu, yanıtsız kalıyordum. titreyen ellerimi çektim ve ayağa kalktım. yüzleşmeye hazır mıydım?
onu dinlemek istiyor muydum?
belki.

tepeden bakıyordum şimdi ona. kafamı yana eğerek izledim. kırılmış cam parçaları, dağılmış hali ağlama isteğimi getiriyordu ancak tüm gözyaşlarımı dün gece kullanmış gibiydim sanki. daha fazla izleyemeyeceğimi anladığımda kapıya doğru adımladım, kırıklara basmışım. sesini duyduğumda anladım.

"Taehyung.." durdum. yıllar sonra sesinden ismimi duymak, yüksek bir binadan betona çakılmışım hissi veriyordu. öyle acıydı ki, anlatamam size.
"Taehyung.." hıçkırdım. arkamı dönmeye cesaret dahi edemedim. ayağa kalkıp bana doğru geldiğini hissettim. nefret ediyordum bu histen, yıllar sonra bile beni bu kadar etkisi altına almasından. en çokta, ondan bu kadar nefret ediyorken hâlâ deli gibi âşık olmamdan.

sildim gözyaşlarımı, kendimi gülümsemeye zorladım lâkin boğazımdaki yumru buna engel olurken başaramadım. arkamı döndüm, ıslak yüzüne çıkardım yüzümü.

"ben de tam gidiyordum." dedim yeniden hızla arkamı dönüp gidecekken. kolumu tuttu,
"gitme." histerik güldüm. yaşlı gözlerimi uçurum gözlerine çıkardım. cam gibi parlayan berrak gözlerinin içinden yansımamı izledim biraz. bitik halimle dahi güzel görünüyordum gözlerinden. aynam gözleri olsun istedim. gözleri benim olsun istedim.

"ben o gece bu kelimeyi söylemekten çok daha fazlasını yapmıştım." kolumu parmakları arasından kurtardım.

"bütün gece, ne yağmur yağacak ne de o ağlayacak diye söz verdim kendime." gözlerimi kapattım istemsizce, ona rağmen düştü yaşım. "yağmurlu havaları sevmezsin, bilirim. kolayca hasta olursun çünkü. narinsin sen, narindin her zaman. benim en hassas çiçeğim, çok mu ağlattım seni?" ağzımdan kaçırdığım yeni bir hıçkırıkla verdim cevabımı.
dikkatle inceledim yüzünü, yutkunmaya çalışıyordu sözüne devam edebilmek için. hem ağladı sessizce, hem ağlattı gözleri.

"yavaşça dokunun yaralarıma, yavaşça. annesi dün ölmüş çocuklara dokunurcasına, şefkatle. bin yıllık mushafın sayfalarına nasıl dokunursa insan, öyle dokunun. ben kolay incinirim, demiştin bana sevgilim."

yıllar önce söylediğim cümleleri kelimesi kelimesine hatırlamasına mıydı bu halim, yoksa söylememe rağmen beni ezip geçmesine miydi, bilemedim.
"nasıl da paramparça etmişim seni."
dedi sanki düşüncelerimi bilirmişçesine.

"git, ne olur git. sana söyledim, incindim.
git. ben yapamıyorum, o geceden farklı olarak söylüyorum sana, git, dönme."

dizlerim daha fazla taşıyamıyordu beni, eve gitmeliydim. jeongguk, susmuştu.
bu susuşu bilirdim, çok iyi bilirdim.
bitmedi diyordu, bu burada bitmedi.
son bir damla gözyaşını daha gözleri önünde düşürdükten sonra hızla arkamı döndüm ve koşar adım uzaklaştım ondan. eve gidene kadar koştum, yağmur yağıyordu. jeongguk'un sözleri bugün de yalandı.

eve girip kendimi yatağa attığımda düşündüğüm tek şey, ben koşarken arkamdan bağırdığı sözleriydi.

"şiirim bitmez, bitirme beni."

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Jun 19, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

poésie × taekook Where stories live. Discover now