(Bölüm-1) Hogwarts, Ben Geldim!

2K 73 9
                                    

Merhaba değerli okurlarım❤️ Bu hikayeye bir şans verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sizi çok bekletmeden hemen hikayeye geçeceğim. Ayrıca bu bölümü giriş olarak düşünün lütfen. Diğer bölümler numaralı olarak gelecektir. Bazıları başlıklı olabilir onlar özel bölümler olacak. Tekrar teşekkür ederim 😊. Keyifli okumalar❤️😘😘

Annabelle Grey

"Geliyorum anne!" Sesim odamdan salondaki anneme doğru süzülürken ben de son hazırlıklarımı tamamlıyordum. Tamamen hazır olduğuma kanaat getirince sandığımı aldım ve büyüyle hafiflettim, ardından uçmasını sağladım ve asamın bir hareketiyle beni takip etmeye başladı.
Aşağıda babamla son bir kez sarıldıktan sonra annemle arabaya bindik. Babam grip olduğu için gelemiyordu bizimle. Bu arada kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Annabelle Grey. Babam ve annem muggle. Ben ailedeki tek cadıyım ve şu an 6. Sınıfa başlayacağım. Slytherin'e seçildim. O gün seçmen şapkanın dediklerini unutamıyordum ve yolculuk süresince her zamanki gibi bunu düşündüm.

"Güçlü bir kişilik seziyorum. Oysa ailen muggle değil mi Annabelle? Bir Ravenclaw kadar akıllı, Gryffindor kadar cesur ve sadıksın. Ama sen bir  Hufflepuff kadar neşeli ve naziksin de, değil mi Grey?
Ama sen en çok Slytherin'e layıksın. Sen çok sinsisin, sabırlı ve zamanını kolluyorsun. Ah, intikamcısın. Senin binan SLYTHERİN!!"

          Ben bunları düşünürken annem geldiğimizi söyledi ve arabadan indik. Beni perona ve Hogwart'a götürecek trenin girişi olan duvara geldiğimizde durduk. Annemle gözlerimiz dolu doluydu. İkimizde hem mutluyduk hem hüzünlü. Sarıldık ve annemin rahatlatıcı sesini duydum.
          "Sana güveniyorum Anna. Her zamanki gibi çok başarılı olacağını da biliyorum. Her zaman mektup gönderebilirsin. Her aldığım mektupta sana geri dönüş yaparım. Sen benim birtanemsin. Unutma dersler bir yana hayat bir yana. Eğlenmeyi unutma güzelim. Seni seviyorum."

          Annemle birbirimize tekrar sarıldık ve beni yanağımdan öpüp duvara doğru hafifçe iteledi. Bunu yapmasının sebebi saatin 8.50 olduğunu biliyordum. Ona son kez seslenip el salladım ve duvardan geçtim.
"Seni seviyorum anne!"

          Perondaki her zamanki gürültüyle birlikte çalan düdüğün sesi beni annemden tamamen soyutlayıp  trene girmeye itti. Sandığımı verdikten sonra en iyi arkadaşım Alexandra'nın olduğu kompartımanı aramaya başladım. Sonunda sonuncu kompartmana geldiğimde önünde durdum ve hala gelmediğini anladığım arkadaşımı aramaya son verip boş olup olmadığına bakmadan girdiğim kompartmanın koltuğuna bildiğin çöktüm. Kimin içeride olup olmadığı umurumda değildi çünkü hiç boş kompartman yoktu ve buradaki kişiyi gönderebileceğimi düşünüyordum.

Ve , çok yanlış düşünüyordum çünkü içeride Tom Riddle vardı.

Çöktüğüm anda gözlerim direk onun Zümrüt renginde ancak Elmas gibi ışıldayan gözlerine odaklandı. Ancak o bana bakmıyordu. Gözlerini dışarıdaki ormanlık alanda gezintiye çıkarmış beni umursamıyordu. Ancak beni umursamadığı  konusunda yanılmıştım. Buz gibi sesi kulaklarımı doldurdu. Umursuyordu, hatta benden bir şey istemişti. Ah, daha doğrusu bana bir şey emretmişti! Ve umursaması benim gitmemi istemesiyle sınırlıydı. Ah, pardon! Gitmemi emretmesiyle sınırlıydı.

"Buraya giremezsin. Def ol."

          Bu kendini ne sanıyordu böyle? Bir kere benimle böyle konuşamazdı. Tapusunu mu almıştı bu kompartmanın? Almamıştır tabii ki! Almamıştır değil mi?!

Ah, yine kendi kendine konuşmaya başladın Belle! Hadi ama, biraz daha normal olamaz mısın?
   
          İç ses! Olmazsa olmaz! Ben de bunları düşünürken Riddle çoktan tekrar dudaklarını açmış ve konuşmaya başlamıştı.

            "Sana gitmeni söylemiştim, tekrarlıyorum, anlama kıtlığın yoksa anla artık! Def ol git!"
             "Pardon da buranın tapusunu almadın ya? Ben burada oturacağım istersen sen gidebilirsin. Umrumda değilsin Riddle!"
          Sonunda sözümü bitirdiğimde Riddle'ın gözleri kırmızıya çalmaya başladı. Şimdi Riddle'ı daha dikkatli izliyordum. Dudakları orantılı ve dolgundu. Kirpikleri uzun ve kıvrımlı, kaşları şekilliydi. Yüzü köşeli ancak hafif tombuldu. En azından yanakları vardı! Ancak en can alıcı noktası gözleriydi. Işıldıyorlardı, aynı Zümrüt gibiydiler.
          Ben onu incelerken sonunda gözleri bana dönmüştü ve şimdi hiç de iyi şeyler olmayacağını seziyordum. Ardından kapının kilit sesi duyuldu. Ve konuştu ama sesini hiç bu kadar tehlikeli bir tonda hatırlamıyordum.
          "Sana gitmeni söylemiştim. Beni dalgaya alamazsın, seni bulanık! Sana söz hakkı da vermedim. Konuşamazsın. Yoksa hiç iyi şeyler olmaz senin için."

          Bu adam çok garipti ve az da olsa tırsmıştım gerçekten. Gözleri kıpkırmızı kesilmişti. Kapının kilit açılma sesi duyuldu. Ben de söyleyeceklerimi yuttum. Başka bir sinirlenme vakası daha istemiyordum. Birkaç dakika daha bakıştıktan sonra o cama döndü ben de hareket etmiş trende arkadaşımın son kompartmana gelmesini bekledim.

~Yazardan~
          Genç kızın en iyi arkadaşı Alexandra gelmişti ve oğlan ile aynı kompartmanda üç kişi olarak yolculuklarını sürdürdüler. Sonunda tren Hogwarts'a ulaştı. Herkes trenden indi ve neşeyle okula doğru yola koyuldular.

           O sırada oğlan konuştu. Yolculuk boyunca konuşmamış olan oğlan dudaklarını ayırıp Hogwarts'ı selamladı, gelecekteki olacakların habercisiydi bu selamlama.
"Hogwarts, ben geldim!"


İlk bölüm bitti❤️ Vote ve yorumları unutmayın!!😘😘

700kelime

Karanlık Taraf~Tom Riddle Story~Where stories live. Discover now