3

71 10 2
                                    


Gamze otopsi odasından çıkarak kendi odasına doğru yürümeye başladı. Düşünüyordu ama aklı bir türlü almıyordu. Nasıl? Kim nasıl bu kadar cani olmuştu? Kimin bu kadar gözü dönmüştü? Bir insan nasıl yapardı böyle bir şeyi?
'Gerçi bizim ülkemiz, duygularına karşılık bulamadığı için sevdiği kadını öldürüp kıyma makinesinde çeken caniyi de gördü, kendisini arkadaşlarına satmaya çalışan kocasını öldürüp yakanı da. Sırf servisin ön koltuğuna oturdu diye eşini benzin döküp yakanı da gördü, çocuklarının gözleri önünde öldürülen kadınları da. Bu sefer bardağı taşıran o son damla neydi?' diye geçirdi aklından.
Odasına gelip masasına oturdu. Ellerini masaya dayadı. Başını ellerinin arasına alarak düşünmeye devam ediyordu ki Selim:
"Başkomseriimm," diyerek içeri girdi. Gamze Selim'in bu heyecanına şaşırdı ve önemli bir delil bulabilmiş olduklarını düşündü.
"Söyle Selim?"
"Başkomiserim bir şey bulduk."
"Oğlum delirtme beni. Söylesene ne buldun?"
"Ben değil yani Meryem buldu. Bana söyleyince ben de size söylemeye geldim."
"Selim seni bir güzel tokatlamadan önce konuşsan iyi edersin."
"Çivinin üretildiği fabrikayı bulmuş Meryem. Anda fabrikasında üretilmiş. Şimdiki sahibi Fırat Anda. Fabrika 50. yıllarına özel yüz tane çivi üretmiş. İçlerinde bilmem kaç gram altın varmış. Nerelere satış yapıldığını öğrenebilirsek belki bir şeyler bulabiliriz dedim."
"Gerçekten mi?"
"Evet."
"Tamam, sen fabrikanın sahibiyle..." dedi ve duraksadı. "Neydi adı?"
"Fırat Anda."
"Fırat Bey ile görüşme ayarla. Bir iki numune varsa alalım, elimizdekilerle karşılaştıralım. Emin olalım. Sonra bakarız nerelere sevkiyat yaptıklarına."
"Tamamdır Başkomiserim."
Gamze sonunda bir şeyler yapıyor olmalarına sevinmişti. Mantar panoya yaklaşarak maktulün resmine baktı. Komşuları pek sevmiyordu adamı. Öldüğüne sevinmişlerdi. Çocuklardan birine komşuların ifadeleri doğrultusunda ona en çok kin tutan, ondan en nefret eden üç kişinin belirlenip sorgulanmak üzere merkeze getirilmesi için talimat verdi. Oldukça yorulduğunu hissediyordu. Biraz oturup dinlenmek istedi.
 
***
 "Başkomiserim... Başkomiserim uyanın."
"Hıh! Ne oldu, bir şey mi bulduk?"
"Henüz bir şey bulamadık Komiserim de..."
"De?"
"Fabrika müdürüyle istediğiniz görüşmeyi ayarladım. Şehir dışındaymış adam. Yarın sabah bizim için gelecek."
"Tamam Selim. Sağ ol."
Gamze acıkmıştı. Ne kadar kestirdiğini öğrenmek için saatine baktı, bir saat uyumuştu. 'İyi, çok geç olmamış, en azından biraz dinlendim,' diye düşündü. Evden çıktığından beri hiçbir şey yememişti. Karnının açlıktan sırtına yapıştığını hissetti.
"Aç mısın?"
"Evet Başkomiserim. Valla ne yalan söyleyeyim kurt gibi açım hem de."
"İyi, al ceketini her zamanki mekâna gidelim."
"ZeyMerHas'a mı gidiyoruz?"
"Başka mekânımız mı var?"
"Haklısınız. Tamam, ben hazırım hadi çıkalım."
Gamze bu kafeyi çok seviyordu. Çok otantikti ve diğer kafelerden farklı bir havası vardı. Tavanı ahşaptandı ve ahşap rengi duvarları vardı. Tahtadan ya da kilden oluşan ve duvarın sağ tarafında bulunan küçüklü büyüklü maskeler vardı. Sol duvar ise boydan boya kitaplık olarak kullanılıyordu. Kolon duvarlar koyu yeşil renkteydi ve şık abajurlarla zengin bir görünüm kazandırılmıştı. Her masada birbirinden farklı canlı bitkiler vardı ve rafları rengârenk çiçekler süslüyordu. Mekândan çoğu zaman klasik caz müzik notaları yükselir, keman ve çello sesleri âdeta ruhu dinginleştirir ve derin düşüncelere iterdi. Masa sandalyeler alışılmışın dışında tasarımlara sahip olduğundan hem mekânla bir bütünlük sağlıyor hem de oldukça ilgi çekici duruyordu.
 Bu kafe Gamze'nin aurasına çok iyi geliyordu. Rahatladığını, duygu ve düşüncelerinin derinleştiğini hissediyordu. Büyülü bir yerdi. Hep burada yemek yemeyi tercih ederlerdi. İnsan zaten bir olay üzerine ne kadar çok düşünürse o kadar çıkmaza girmiyor muydu? Arada odak değiştirmek, farklı düşüncelere yönelmek şarttı ve Gamze için bu kafe tam da bu işlevi görüyordu.
Çıktılar merkezden. Arabayı Selim kullanıyordu. Gamze aynadan kendisine baktı. Aceleyle yaptığı makyajdan eser kalmamıştı yüzünde. Göz pınarlarına sürmeyi ihmâl etmediği göz kalemi akmıştı. Bu markayı almamaya ve kullanmamaya yemin etmişti artık ama elindekini bitirmeden atmaya kıyamamıştı. Sinirlendi kendine. Kalem gözaltlarını karartmıştı işte. Elleriyle saçlarını aceleyle yukarıda toparladı ve bileğindeki tokayı alarak saçlarını sıkıca bir atkuyruğu yaptı.
Kafe çok uzak değildi, vardılar hemen. Selim arabayı park edene kadar Gamze inip her zaman oturdukları masaya geçerek siparişleri verdi. Gözlerini kapatıp derin bir nefesle ahşap ve kitap kokusunu ciğerlerine birkaç kez çekti. Artalanda çello çalıyordu. Melodi güzeldi. Rahatladığını ve üzerindeki stresin yavaş yavaş azaldığını hissetti. Sandalyenin çekilme sesini duydu. Bir gözünü aralayarak bakıp gelenin Selim olduğundan emin olmak istedi. Selim'in geldiğini gördüğünde hafifçe araladığı gözünü tekrar kapattı. Selim biliyordu ki burada iş konuşulmazdı. Amiri burada derin düşüncelere dalmayı tercih ediyordu ve ellerindeki herhangi bir olayla ilgili sohbet etmeyi yasaklamıştı. Amirinin keyfini bozmadan yavaşça masaya yerleşti. Etrafı dikkatlice gözlemlemeye ve notalara odaklanıp dinginleşmeye başladı.
Çok geçmeden siparişleri geldi. Elma dilim patateslerin ve soğan halkalarının kokusunu içlerine çektiklerinde çok acıkmış olduklarını bir kez daha anladılar. Çayları da geldiğinde bir güzel yediler önlerindekileri.
"Bugün hava biraz daha iyi gibi."
"Evet Başkomiserim. Bu yıl nedense sıcağı pek yaşayamadık. Ağustostayız ama 20 derece bile bize yaz gibi gelmeye başladı."
"Evet Selim. İsmimle hitap edebilirsin. Burada rütbelerimiz önemsiz."
"Haklısınız Başkomiserim. Aman işte, haklısın Gamze."
"Hah, işte böyle."
"Böyle de bir garip oluyor sanki."
"Neden?"
"Ne bileyim, 'Başkomiserim'den Gamze'ye geçmek... Bilemedim."
"Alışırsın, bir şey olmaz."
Gamze soğan halkasını çok seviyordu. Masada bir o bitmişti gelir gelmez. Gamze yeniden sipariş etti. Ketçap mayoneze batırarak yavaş yavaş yiyordu. Tadını iyice alabilmek için gözlerini de kapatıyordu. Vakadan uzaklaşmıştı. Yorgunluğu da geçmiş sayılırdı.
Karınları doyunca biraz daha oturup ortamı incelediler. Gamze hesabı istedi. Selim hesabı ödedi ve çıktılar kafeden. Merkeze geçtiklerinde Selim mobeseden görgü tanığının gördüğünü söylediği araçla ilgili bir şeyler bulabildiler mi bakmaya gitti. Gamze odasına geçip vaka dosyasını eline alarak incelemeye başladı.
 
***
Selim koşarak odaya girmişti. Gamze'yi masa başında önünde açık dosyaya bakarken görmüştü. Bir an için inceledi Gamze'yi. Güzel bir kadındı. Amiri olmasa, dışarıda karşılaşmış olsalar oturup bir kahve içmek isterdi. Gerçi şimdi her an birliktelerdi ama Gamze kendisinin amiriydi. Elmasları kıskandıracak parlaklıkta elâ gözleri vardı. Biraz çekikti gözleri, çok güzel görünüyordu. Göz kaleminin yakıştığı nadir kadınlardandı Gamze. Kestane rengi, kalçasına kadar olan saçları çok güzeldi. Düz mü yoksa dalgalı mı bilmiyordu Selim. Hiç gerçek hâlini görmemişti. Hep topluyordu Gamze saçlarını ve sürekli topuz olmalarından kaynaklı bir dalgalanma oluyordu saçlarında. Topuklu giyen, tırnağı kırıldığında ortalığı ayağa kaldıran kadınlardan değildi. Spor ayakkabılarıyla bir bütün olmuştu. Silah tutmaktan elleri sertleşmiştir, diye düşünüyordu. Doğallığını bozmadan belli belirsiz makyaj yapardı genelde Gamze. Sert bir mizacı vardı. Argo konuşurdu çoğunlukla. İşi gereği hep katillerle ve çoğunlukla erkek meslektaşlarıyla aynı ortamda bulunduğu için bu şekilde davrandığını düşünürdü. Zarif olsa, kırılgan olsa bu meslekte fazla barınamazdı. Tutunamazdı. Kaç saattir çalışıyordu? Bir mi? İki mi? Bilmiyordu. Masasına geçerek oturdu. Olayı baştan sona düşündü. Ortada çokça şiddet görmüş genç bir kadın vardı. Belki de kadının hâline acıyan biri yapmıştır diye düşündü. Kadının ailesi neredeydi? Cebindeki not defterini çıkartarak kadının ailesinin nerede olduğu ile ilgili aldığı nota bakarak Kars'ta olduklarını öğrendi. Düşünmeye devam etti. Komşularla konuşan ekip raporlarını hazırlayıp getirmemişlerdi hâlâ. Onlarla konuşması gerektiğini not aldı. Düşünmeye devam ederken beyaz tahta gözüne ilişti. Maktulün resmi asılıydı. Üzerinde kırmızı tahta kalemle 'adı, yaşı, yüzük' yazılıydı. Yüzük yazısının yanına mobese yazılmış ve soru işareti konulmuştu. Selim oturduğu sandalyeden kalkarak tahtaya yöneldi. Kırmızı kalemi alarak soru işaretini sildi. Mobese yazısını mobese kameralarından bir şey çıkmadı olarak düzeltti. Olay yerinin fotoğraflarını eline alıp bakınıyorken Gamze daldığı dosyadan kaldırdı kafasını. Gözlerini ovuşturup birkaç saniye nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Baktığında, Selim elindeki fotoğraflara bakıyordu. Selim Gamze'nin kendisine baktığını görünce doğruldu.
"Başkomiserim."
"Kendimi kaptırmışım. Saat kaç?"
"Beş buçuk amirim."
"Anaa oldu mu o kadar? İki saattir başımı kaldırmamışım. Ben de diyorum neden boynum ağrıdı. Niye seslenmedin? Yoksa mobese kameralarından bir şey çıkmadı mı?"
"Yarım saat önce geldim amirim." Gamze'nin bakışları tahtadaki yazıya kaydı. Suratı düşmüştü.
"Yapma be. Oradan da umudumuzu kestik yani öyle mi?"
"Maalesef Başkomiserim."
"Selim Meryem'in yanına git. Getirilen her şeyi yeniden daha ayrıntılı incelesinler, mutlaka bir şey bulmalıyız. Ellerimiz bomboş. Ben de Savcı'yla görüşeyim."
"Tamam amirim. Ben çıktım."
Selim odadan çıkınca Gamze ayağa kalktı. Odadaki aynaya yaklaşıp kendine baktı. Bu hâlde savcının karşısına çıkamazdı ya. Lavaboya gidip yüzünü yıkadı. Saçlarını tarayıp makyaj malzemelerini aldı ve yüzüne biraz renk vererek kendini toparladı. Ardından Savcı'nın yanına gitmek üzere odadan çıktı.
 
***
Gamze kapıyı tıklattı. İçeriden "Gir," komutu geldiğinde yavaşça kapıyı açarak girdi. Savcı Murat orta yaşlı bir adamdı. Saçlarında çoğalmaya başlamış beyazları henüz seçilmeye başlıyordu. Kahverengi gözleri, yorgun bakışları vardı. Sert mizaçlı olsa da tatlı dilliydi ve Gamze'yi severdi.
"Hoş geldin Gamze, buyur gel."
"Pek hoş gelmedim Sayın Savcım."
"Ne oldu?"
"Şimdilik bir delil bulamadık. Mobese görüntülerinden de bir şey çıkmadı. Adlî tıp ekibine haber gönderdim. Ellerindekileri tekrar inceleyecekler, bu kez daha ayrıntılı bir araştırma yapacaklar. Daha da bir şey bulamazsak olay yerine bir daha gitmeye düşünüyorum."
"Anladım. Kimliğini tespit etmişsiniz öğrendiğim kadarıyla."
"Evet, Sayın Savcım."
"Adresine gittiniz diye düşünüyorum."
"Gittik. Maktul sabıkalı. Eşini komalık etmiş, dört ay yatıp çıkmış. 20 yaşında Rüveyda adında sessiz sakin bir kadınla dört yıldır evli. Bir yaşında ikizleri var. Kızcağızı ailesi zorla evlendirmiş. Maktul 33 yaşında. Her gün dövermiş kızı. Üstelik komşuları şikâyetçi. Kadın komada yatmış. Dediğim gibi; evde cımbız yok diye dövermiş, perde açık diye, yüzüğü parmağından çıkarttı diye, yani her şeyi bahane eder dövermiş."
"Demek sabıkalı. İnsanlar kendilerini güçlü hissetmek istiyorlar. Kendilerine güçlü olduklarına inandırmak için de karşılarındakine şiddet uygulamaktan çekinmiyorlar. Olmayan iradelerini dalga konusu etmemek için güç gösterisi bir nevi."
"Haklısınız Sayın Savcım. Ben izninizi isteyeyim. Yeni bir gelişme olursa bilgilendiririm sizi."
"Tamam. Acele etmeyin. Sağlam adımlar atın, hiçbir şeyi gözden kaçırmayın."
"Tamam Savcım. Size kolay gelsin."
"Sağ ol Gamzeciğim. Haber bekliyorum."
Gamze, Savcı'nın odasından çıkarak kendi odasına doğru yürümeye başladı. Zaman geçmek bilmiyordu. Bugün bir türlü bitememişti.
 
***
Selim enine boyuna düşünüyordu. Maktul üç parçaya ayrılmıştı. Balta ya da baltaya benzer bir âletle parçalanmıştı. Parçalar yan yana dizilmişti. Hepsinden önce maktul henüz hayattayken alnına üç çivi çakılmıştı. 'Canı çok yanmış mıydı acaba?' diye düşündü bir an için. Sonra maktulün eşine yaptıkları geldi aklına. "İyi olmuş, hak etmiş nihayetinde," demeden edemedi. Can havliyle çırpınmış olmalıydı adam. Fakat DNA bulunamadı. Demek ki katil bunları hesap etmiş, önlemini çoktan almıştı. Ya deneyimli bir katildi, yani neyi nasıl yapacağı hakkında fikri vardı ki nasıl delil bırakmayacağını iyi biliyordu ya da bu tarz bir işte çalışıyordu, yani meslekî açıdan ne yaparsa delil bırakır, ne yaparsa bırakmaz biliyordu. Olası katil gruplarını düşünmeye başladı. Adlî tıp uzmanı olabilirdi, adlî tıp görevlisi, otopsi uzmanı ya da görevlisi de olabilirdi. Belki polisti, avukat, savcı ya da önceden tutuklanmış bir katil. Doktor da olabilirdi. Seçenekleri çoktu. Maktul olay yerine sonradan getirilmişti. Yakın çevrede arama yapılmış, pek bir şeye rastlanmamıştı. Görgü tanıkları olay günü ilginç bir şeye denk gelmemişlerdi. Farklı ya da şüpheli bir şey de görmemişlerdi. Gerçekten çok ilginç bir durumdu. Üç parçaya ayrılmış bir ceset bulunmuştu ve kimse şüpheli bir durumdan bahsetmiyordu. Belki de katili görmüşlerdi. Tanıyor olabilirler miydi? O yüzden susmuş olabilirler miydi? Neden olmasın ki? Belki de korkmuşlardı.
Selim bu derin düşüncelere daldığında hava biraz kararmıştı ve gün neredeyse bitmek üzereydi. Gamze odasına gelip ceketini alıp düşünmek ve kafasını toparlamak üzere eve geçmişti.

               Okuyup beğendiyseniz görüş ve önerilerinizi eksik etmeyin...

Soru 1: Sizce bir delile ulaşıldı mı?

Soru 2 : Kafanızda bir katil profili oluştu mu? 

Soru 3: Oluştuysa tarif eder misiniz?

Adalet ÇivisiWhere stories live. Discover now