№ 𝟐

1K 91 43
                                    

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın <3000

×××

1975, Brooklyn

Fate has been cruel and order unkind
How can I have sent you away?
The blame was my own; the punishment, yours
The harmony's silent today
But into the stillness I'll bring you a song
And I will your company keep
Till your tired eyes and my lullabies
Have carried you softly to sleep

(...)

The years now before us
Fearful and unknown
I never imagined
I'd face them on my own
May these thousand winters
Swiftly pass, I pray
I love you; I miss you
All these miles away

May all your dreams be sweet tonight
Safe upon your bed of moonlight
And know not of sadness, pain, or care
And when I dream, I'll fly away and meet you there
Sleep...

Peggy, gözlerindeki yaşlarla bebeğini sallamaya devam etti. Söylediği ninni bittiğinde beş dakika önce yaptığı gibi tekrar ateşine baktı. Çok yüksek sayılmazdı, ama hala vardı.

Edith'i yatağına bırakmak için eğildiğinde kız daha çok Peggy'nin göğsüne sokuldu. Bu hançer gibi genç kadının kalbine saplanırken tekrardan ağlamamak için gözlerini odanın loş tavanına dikti. Ondan nasıl ayrılacaktı?

Dört yaşındaki ama annesinin göğsünden başka bir yerde uyuyamayan küçük bebeğini yatağına koyduğunda Edith uyanır gibi oldu ama hemen geri daldı uykusuna. Günlerdir her yeri ağrıyor, ateşler içinde yanıyordu miniği ve doğru düzgün uyuyamıyordu. Üzerini güzelce örttükten sonra yüzünün birçok yerine küçük öpücükler kondurdu kızının. Kokusunu içine çektikten sonra yavaşça odadan ayrıldı.

Oldukça sessiz bir şekilde merdivenleri inmeye çalışırken gözlerini etrafta gezdirdi kadın. Salonda değildi. Mutfakta veya çalışma odasında da yoktu. Bahçeye çıkmış olabileceği düşünceyle arka kapıya ilerlerken ön kapının açılma sesi geldi. Peggy, durup ters yöne döndü. Çökük omuzlar ve solgun bir yüzle karşısında duruyordu kocası.

"Steve, neredeydin?"

Yüzbaşı, üzerindeki ceketi çıkardı ve askılığa astı.
Salona doğru ilerlerken konuştu. "Doktorlarla konuştum."

Peggy, doktorların ne dediğini sormaya gerek duymadı. Ne dediklerini tahmin edebiliyordu.

'Bir gelişme yok'

'Hala nesi olduğunu bulamadık'

'Durumu iyi değil..'

Böyle şeyleri tekrar tekrar duymak istemiyordu. Farklı birşey olsaydı Steve zaten söylerdi. Ama onun yüz ifadesine bakılırsa durum aynıydı, belki de daha da kötüleşmişti. Bilmiyordu, bilmek istemiyordu.

Yine de içindeki küçücük olan umudu o soruyu sormaya itti kadını. Peggy, adımlarını koltukta oturmuş şakaklarını ovan kocasının yanına yönlendirdi. Koltukta Edith'in oyuncak bebeklerinden biri vardı. Yavaşça oturdu.

"Herhangi bir gelişme?"

Steve, elleri şakaklarında kafası yere eğik bir şekilde "Yok." dedi. "Vücudunun direnci gittikçe düşüyormuş." Bunu biliyordu Peggy, doktor değildi ama bunu anlamak zor değildi. Edith hiçbir zaman kilolu bir çocuk olmamıştı ama şimdiki kadar zayıf da olmamıştı. Suratının rengi kaçmış, Steve'in deyişi ile alacakaranlık adında gelecekteki bir filmde olan Edward karakteri gibi bembeyaz olmuştu. Çok fazla ateşi çıkıyor ve ağrı çekiyordu. Yemek yiyemiyordu, doğru düzgün uyuyamıyordu. Ayakta zor duruyordu. Verilen ilaçlar yavaş yavaş işlevini yitiriyordu. Küçük bebeği yaklaşık bir aydan fazla bir süredir böyleydi. Minik bir beden bu kadar acıyı daha ne kadar kaldırabilirdi ki?

𝙒𝙝𝙖𝙩 𝘼 𝙏𝙞𝙢𝙚»𝙎𝙩𝙤𝙣𝙮Where stories live. Discover now