Bölüm 17: "Siyahın İni"

3.4K 204 60
                                    

Tertemiz bir sayfanın, bir kalem darbesi ile karalanmaya başladığı o an, benim doğumumdu.
Günler günleri kovalarken ben büyüdükçe yazıldı oraya tüm felaketler bir bir.
Ben büyüdükçe hiç bilmediğim bir geçmiş takıldı peşime ve daha minicik bir bebek iken alnıma yazılan bir kader beni buraya getirmişti.
Karanlık bir hücre misali kilitli kaldığım bu güneşsiz ormanın orta yerinde, dizlerimin üstünde ve sırtladığım yükler ile o dünlerin avuçlarıma bıraktığı acıları hissediyordum.
Hissettiriyorlardı.

Neden buradaydım?

Neden bir bedel ödemek zorundaymışım gibi nefesim kısıtlanıyordu?

Neden bunca acı peşimde hiç bilmiyordum.

Tek bildiğim artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacağıydı.

Avuçlarımın içinde ölü yapraklar ile bakışırken soğuk esen rüzgar saçlarımı dalgalandırıyordu.
Gözlerimde bir acı nedendir bilmem.
Kulaklarımda ise garip bir uğultu.

"Buraya en son ne zaman geldim hiç hatırlamıyorum."

İltan'ın uzun dakikalar sonrasında konuşmasıyla toprakta olan bakışlarımı ona doğru kaldırdım.

Elleri iki yanına düşmüş, bakışları hemen ilerideki bir evdeydi. Ev oldukça eski duruyordu ve boyası eski canlılığını yitirmişti.
İki katlı evin hemen önünde eski bir hamak, küçük bir masa ve sandalye duruyordu.

Bedenimi ısıran soğuk rüzgar ile ürpererek ellerimi kollarıma sarmaladım.
Yavaşça yerden ayağa kalktığımda İltan'ın bakışları bana doğru kaydı. Duygusuz ve bir o kadar tepkisizdi.

"Yıllar önce bir amaç uğruna buraya gelmeyi hep kendime yasakladım. Hep kendimi tuttum. Hep kendim ile savaştım. Ama şimdi yıllardır beklediğim o ânı ve amacımı gerçekleştirmek istiyorum. Bu ne kadar zor olsada."

Vücudumu ısıran soğuk ile daha sıkı sarıldım kendime. Neden bu kadar üşüyordum ki ben?
Güçlerime sahip olmuşken neden güçsüzmüş gibi hissizdim böyle?
İçimdeki korku bununla birlikte beni yavaş yavaş kemirmeye başlarken,
"Burası neresi. Benden ne istiyorsun?" Dedim.
Neden ve nasıl burada olduğum sorularını bir kenara atarak.

İltan soğuk bir şekilde gülümsedi.
"Şimdilik hiç bir şey." Dedi ve gözlerini uzun uzun yüzümde gezdirdi.
"Zamanı geldiğinde her şeyi öğrenecek ve benim için bir şeyler yapacaksın. Şimdilik bu kadarını bilmen kâfi."

Kaşlarımı çatarak ona ters ters baktım.
Hangi zamandan bahsediyordu bu adam Allah aşkına.
Sanki hayatımız çok normalmiş gibi zamanın bekçiliğini mi yapacaktım bir de.
O kuyunun başında ne oldu? Ben nasıl buraya geldim? Barlas, Mina ve Pars nasıldı? Aklımda onlarca soru varken bu adam benden nasıl beklememi isterdi aklım almıyordu.

"Benimle oyun mu oynuyorsun sen he?" Diye çıkıştım sertçe.
"Bir açıklama yapmak zorundasın bana. Ben neden burayım? Benden ne istiyorsun? Barlas'lar o kuyudan çıktı mı? Herşeyi açıklamak zorundasın."

İltan gür sesime nazaran tek kelime etmeden arkasını döndü.
Ellerini pantolo'nun ceplerine soktuğunda sert bir soluk alarak ellerimi göğsümden indirdim ve ona doğru adımlayıp kolunu sertçe kavrayarak onu zorla kendime çevirdim.

"Bana cevap ver İltan! Ben senin oyuncağı değilim. Ben senin bildiğin kızlardan da hiç değilim. Susup sonumu bekleyecek bir tip mi var sence bende? Bana hemen bir açıklama yap hemen!"

İltan dişlerini sertçe birbirine bastırdığında kasılan çenesi ile hızla ellerini cebinden çıkarıp elimi savurdu ve kolumdan sertçe tutarak beni kendine çekti.
Göğsüm göğsüne yapıştığında göz göze geldik.
Kolumun acısı ile yüzüm buruşurken.

ELZEM Where stories live. Discover now